Direnme ve örgütçülük bazı soydaşlarımızın yaşam biçimidir. Toplumlarına ve uluslarına yarar sağlayacak her türlü direnişin ve örgütlenmenin içinde olurlar. Onlar için toplumlarının ve uluslarının refah ve mutluluğu her zaman öne çıkan faktörlerdir. Yalnızca iyi bir eğitim almak onlar için yeterli değildir. Aldıkları eğitimin kendileri kadar, çevrelerine de yararlı olabilmesi için uğraş verirler ve bunu yaşamları boyunca sürdürürler. Bu gün sizlere yaşam öyküsünü anlatacağımız kişi de böyle bir soydaşımızdır. O bir tıp adamıdır, o bir direnişçidir, o bir cemiyetçidir. Bugünkü konuğumuz Doktor Özkan Hıfzı,
1935 yılında Lefkoşa’da dünyaya geldi. Annesi bir ilk okul öğretmeni babası da bir polis memuruydu. Özkan beyin çocukluğu İkinci Dünya Harbi’nin devam ettiği günlerde geçtiği için, zor ve sıkıntılı bir çocukluk dönemi oldu. O günlerin zor şartlarında Haydar Paşa İlkokulu’nu bitirdi. O günleri bakın Özkan bey nasıl anlatıyor.
“Çok zor günlerdi o günler, evlerimize su taşımak için, mahalledeki çeşmenin başında kuyruğa girmek ve sıramızın gelmesini beklemek zorundaydık.Evlerimizde elektrik olmadığı için ya mum, ya da gaz lambası ışığında ders çalışırdık. Isınmak için de kömür yakardık.” Özkan bey anlatımını şöyle sürdürüyor: “İlkokulu bitirdikten sonra ailem kardeşimle birlikte bizi Ankara’ya dayımın yanına gönderdiler.
Ben ortaokulun ilk iki yılını Ankara’da okuduktan sonra memleket hasretine dayanamayarak geriye, Kıbrıs’a döndüm. Orta eğitimimin geri kalan bir yılını da Lefkoşa’da okuduktan sonra, o günlerde ismi İslam Lisesi olan Lefkoşa’daki liseye girdim. Ben lisede öğrenciyken İslam Lisesi’nin ismi değiştirildi ve Türk Lisesi olarak bilinmeye başladı.” Doktor Özkan okulda çok iyi bir öğrenciydi ve liseden mezun olduktan sonra, Türkiye’de yüksek öğrenim görmenin olmazsa olmazı olan olgunluk sınavını da başarı ile verdi. Bu sınavı da büyük bir başarı ile geçen Özkan bey artık Türkiye’de gönlünün istediği fakülteye girmeye hak kazanmıştı.
O da tercihini Ankara’daki Tıp fakültesinden yana yapar, oraya kaydını yaptırır ve o günlerde Ankara’da yaşam süren teyzesinin evinde kalmaya başlar. Zaten tıp eğitimi almasını da kendisine o teyzesi telkin ettiği için onun yanında çok rahattır. Bakın o günleri Özkan bey nasıl anlatıyor. “Doktoramı verene kadar Ankara Tıp fakültesinde kaldım. Ama o günlerde Ankara’daki Tıp fakültesinin dünyanın başka ülkelerinde tanınmadığı, bunun yanında İstanbul’daki Tıp fakültesi diplomasının dünyanın her tarafında geçerli olduğu söylentileri vardı. Bu yüzden eğitimimin son iki yılını İstanbul’daki Tıp fakültesinde okuyarak geçirdim.
Orada da kendimi kanıtladığım için, altı yıl olan tıp eğitimini beş bucuk yılda tamamladım ve İstanbul tıp fakültesinden diplomamı aldım.” Özkan bey fakülteden mezun olduktan sonra Amerika’da ihtisas yapmak ister ve bunu yapabilmesinin gereği olan sınava girer ve bu sınavı da başarı ile geçer. Ama Amerika’ya gitme hazırlığı içindeki Özkan bey Kıbrıs’taki ailesinin dayatmaları sonucunda, Kıbrıs’a gider ve Kıbrıs’ta gerek ailesinden gerekse Kıbrıs Türk liderliğinden gelen baskılar sonucunda Amerika’da ihtisas yapma girişimini erteler ve Kıbrıs’ta kalır.
Zira o günlerde yeni yaşama geçen Kıbrıs Cumhuriyet’inde Türk doktorlara ayrılan kontenjanı dolduracak sayıda eğitimli doktor yoktur ve Özkan beyin Kıbrıs’ta kalarak hizmet vermesi vatani görev olarak görülmektedir. Bunun yanında o günlerde kendisinin de üyesi olduğu TMT teşkilatı da ayni dayatmada bulununca Doktor Özkan’ın Kıbrıs’ta kalmaktan başka seçeneği kalmaz ve Lefkoşa Genel Hastahanesi’nde, praktisyen doktor olarak göreve başlar.
Tam da o günlerde Türkiye’den getirilen Celal Hordan isimli kişinın başını çektiği Gençlik Teşkilatı kurulma aşamasındadır. Doktor Özkan da liderlerin önerilerine cevap verir ve kendisini bu oluşumun içinde bulur.
Bu gelişmeleri Özkan bey şöyle anlatıyor: “Ben ve Hasan Güvener, Celal Hordan’ın yanında bu örgütün yönetimine girdik. İnsanlarımız Gençlik Teşkilat’ına çok büyük ilgi gösterdiler ve maddi, manevi her türlü desteği verdiler. Celal Hordan çok iyi bir konuşmacıydı ve onunla köy köy, kasaba kasaba dolaştık ve toplanan insanlar Celal Hordan’ın konuşmalarından adeta büyülendiler ve özellikle de parasal destek vermede biribirleriyle yarış ettiler. Herşey çok iyi giderken, Celal Hordan’ın bazı davranışları TMT yöneticilerine ters düştü ve bir akşam apar topar adadan uzaklaştırıldı. Celal Hordan gittikten sonra Gençlik Teşkilatı’nın yönetimi benim ve Hasan Güvener’in omuzlarında kaldı. Ama bu da uzun sürmedi ve Gençlik Teşkilatı arkasında benim de cevaplayamayacağım sorular bırakarak sönüp gitti.”
Bunları anlatırken Doktor Özkan dalgındır geçmişte yaşananları düşünür gibidir. O günleri tekrar yaşar gibi anlatısını sürdürür. “Lefkoşa Genel Hastahanesinde hizmet verirken orada sonradan eşim olan hemşire Kumeysa ile tanıştım. Bu tanışmamız sonradan bir gönül ilişkisine dönüştü ve onunla 1961 yılında evlendik. Ondan sonra ben doktor olarak eşim de hemşire olarak Baf kasabasına atandık. 1962 yılına kadar Baf kasabasında hem doktor olarak hizmet verdim, hem de TMT’in yönetici kadrosunda bulundum. 1962 yılının sonuna doğru Mağusa’da daha yararlı olabileceğimiz düşünüldüğü için eşimle birlikte oraya atandık.”
Doktor Özkan ve ailesi 1963 yılının Aralık ayında patlak veren toplumlar arası çatışmalarda Mağusa’dadırlar. Doktor Özkan o günlerde çok zor şartlar altında hem doktor olarak, hem de bir direnişçi olarak hizmet vermeyi sürdürür. “1965 yılına kadar Mağusa’da hizmet verdikten sonra, Lefkoşa’daki eski sigara fabrikasında yaşama geçirilen Genel Hastahane’ye eşimle birlikte atandık. 1967 yılına kadar, Lefkoşa’da, Boğaz’da ve civar köylerde sağlık hızmetleri verdikten ve direnişçiliğimi sürdürdükten sonra, o yıl Türkiye’de ihtisas yapmama izin çıktı. Türkiye’ye gittim ve orada Veremle Savaş Derneği’nin verdiği burstan yararlanarak, Göğüs Hastalıkları Hastahanesi’nde ihtisas yapmaya başladım. Ama bu ihtisas dönemi çok kısa sürdü ve Kıbrıs’taki yöneticiler bana verilen izni iptal ettiler ve derhal Kıbrıs’a dönmemi emrettiler.
Ayrıca bana Türkiye’de ikamet etme ve öğrenim görme iznini veren Dördüncü Şube’ye de bir yazı göndererek iznimi de durdurdular. Bunun üzerine de eşimle karar verdik ve ihtisasımı İngiltere de yapmak üzere Londra’ya geldik. Bunu yaparken Kıbrıs’tan kaçak olarak Londra’ya gelmişim gibi bir durum ortya çıkmıştı. Bunu da Sayın Denktaş’la yazışarak ortadan kaldırdım ve benim ödeneksiz izinli olarak Ada’dan ayrıldığım yıllar sonra kabul edildi” diyen Özkan bey 1968 yılında eşiyle birlikte Londra’ya gelir ve İngiliz başkentindeki serüveni başlar. Londra’ya yakın bir hastahanede senior house officer görevini almak için baş vurur ve baş vurusu olumlu karşılanır.
Eşi de zaten İngiltere’de eğitim gördüğü için ayni hastahanede hemşire olarak çalışmaya başlar. Bu hastahanedeyken Özkan bey bir anestezi sınavına girer ve başarılı olur. Bir müddet sonra Surrey’de bulunan Saint Peter Hasthanesi’nde münhal olan baş asistan görevine baş vurur ve bu göreve atanır. “Saint Peter Hastahanesi’ndeyken anestezi üzerine fellowship almak için sınava girdim ve bu sınavda başarılı oldum. Bununla da yetinmedim ve Türkiye’deki Hacettepe Üniversitesi’nin sınavlarına girdim ve oradan da anestezi dalında ihtisasımı belgeledim. Tam da o günlerde İstanbul Tıp Fakültesi’nden aldığım diplomanın yeterli olmadığı ortaya çıkınca, İngiltere’den de diploma alabilmek için, patoloji, cerrahi , iç hastalıkları ve kadın doğum dallarında sınava girdim ve dördünden de anlımın akıyla çıktım.
Bunun sonucunda da Birleşik Kırallığın her köşesinde doktorluk yapma hakkını kazandım” diyen Özkan bey anlatımını sürdürüyor: “O günlerde artık Kıbrıs’a kesin dönüş yapma zamanının geldiğini düşünmeye başladık ama 1974 yılının Temmuz ayında Kıbrıs’ta yaşananlar buna engel oldu. Bu düşüncemizi ertelemek zorunda kaldık. Ondan sonra da çocuklarımızın eğitimi buna engel oldu ve çok özlediğimiz vatanımıza ancak tatillerde gidebildik. Bu yüzden ben de kendimi tamamen mesleğime adamak zorunda kaldım ve Sidcup’taki Queen Mary’s Hastanesi’nde uzman doktor olabilmek için baş vurdum ve bunda da başarılı oldum. Artık meslekte zirveye geldiğim için çok iyi bir kazancım olmuştu ve kızımla, oğlumu en iyi okullarda okutmak olanağını yakaladım” diyen Doktor Özkan biraz da ailesinden söz etmeye başlıyor ve “Kızım altmışlı yıllarda Kıbrıs’ta, oğlum da İngiltere’de dünyaya geldiler” diyor.
Tam bu noktada aklına birşey geliyor ve konuyu değiştiriyor. “O günlerde Temsilcimiz olan rahmetli Faik Müftüzade, bir İngiltere Türk Dernekleri Konsey’ini yaşama geçirmek istediğini ve bu konuda kendisine yardımcı olmamı istedi, ben de kabul ettim. Bu Konseyin kuruluş çalışmalarını yapmak üzere bir komite kuruldu, beni de bu komitenin başkanlığına getirdiler. Hazırlık döneminde birçok zorluklarla karşılaştık.
Bu zorluklar özellikle sol derneklerin yarattığı zorluklardı. Sonunda da bu dernekler Konsey çatısı altına girmeyi kabul etmediler. Biz de onüç dernekle İngiltere Türk Dernekleri Konseyi’ni yaşama geçirdik. Bu yeni kurulan örgütün başkanlığına arkadaşlar beni seçtiler ve bu görevi iki dönem yürüttüm” diyen Özkan bey kendi başkanlığı döneminde Konsey’in çok başarılı işlere imza attığını da sözlerine ekliyor.
Doktor Özkan’ın Konsey başkanlığından ayrılması, Konsey’le bağlantısını kesmek demek olmaz. Onun gitmesine razı olmazlar ve onu disiplin kurulu başkanlığına getirirler. Hala bu görevi yürütmekte olan Özkan bey bu konuda biraz da kaygılı.
“Konsey’in başına geçen bazı kişiler, tüzüğe aykırı davrandıkları için, kendilerini uyarmak hatta görevden almak zorunda kalıyoruz, bu da beni üzüyor” diyen Özkan bey sözü tekrar ailesine getiriyor “Ssekiz yıl önce emekli oldum. Bu koskocaman evde tek başıma yaşıyorum. Her iki çocuğum da avukattırlar. Onlarla gerçekten gurur duyuyorum. Kızım Londra’da yaşıyor. Evlidir ve iki çocuğu var. Oğlumun ortak olduğu firmanın bir kolu da Singapur’da olduğu için yaşamını orada sürdürüyor” diyen doktor Özkan’ın birden gözleri dalıyor.”iki torunum da Singapur’da var ve onları çok özlüyorum” diyor.
Bu noktada eşinden hiç söz etmemesi dikkatimi çekiyor ve ondan biraz da eşinden söz etmesini istiyorum. Benim sözlerimden etkilenen Özkan bey gözleri dolu dolu. “Eşim 2009 yılında amansız bir hastalığa yenik düştü ve onu kaybettim” diyebiliyor. Ben de bu kocaman beş yatak odalı evde anılarıyla başbaşa yaşayan ve bu anılarla dolu evi terketmek istemeyen bu görmüş, geçirmiş değerli ağabeyimize bana vakit ayırdığı için teşekkür ediyor ve onu yalnızlığıyla başbaşa bırakarak, sessizce yanından ayrılıyorum.