Gazze krizinin ateşkesle sona ermesi ve yeni bir savaşa yol açmaması sevindirici bir gelişmeydi. Sonuçta silahlar değil, diplomasi ve mantık üstün geldi. Büyük çaplı bir trajedi engellendi. Kriz sırasında hayatını kaybeden insanları (161 Filistinli ve 5 İsrailli) geri getirmek mümkün değil. Ölen sivillerin tümü için üzülüp ağlamamız gerek. Epey yaralı var. Savaş olsa, ölü ve yaralı sayısı çok daha fazla olacaktı. Diplomasi bunu engelledi. Şimdi herkes, bu krizin bilaçosunu çıkarıyor. Kim ne kazandı, ne kaybetti? Hem Hamas, hem de İsrail kazandıklarını söylüyorlar. Bu yazıda tarafların değil, bölgesel aktörler Türkiye ve Mısır’ın durumu irdeleniyor. Türkiye ve dünya basınında bu konuda epey yorum yapıldı.
Ateşkes sağlanmasında başrolü Mısır oynadı. Böylece Mısır Ortadoğu diplomasisine güçlü bir geri dönüş yaptı. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, ateşkesi sağlayan lider olarak takdir topladı. Kahire, kriz diplomasisinin merkezi oldu. Bölgesel aktörler içinde Gazze krizinden en kazançlı çıkanın Mısır ve Muhammed Mursi olduğuna kuşku yok. Mısır, hem Gazze halkının haklarını savunan, hem de İsrail ile diyalog kurabilen bir aktör profili çizdi. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’u bölgeye göndererek ateşkes konusunda ağırlığını koyan ABD, Muhammed Mursi’nin rolünü kabul ediyor. (Dış politika başarısı sonrasında kendi yetkilerini artıran Mursi, iç politikada krize neden oldu.)
Peki, Ortadoğu’da büyük iddiaları olan Türkiye’nin durumu ne? Maalesef Türkiye kendinden beklenen performansı sergileyemedi. Oyun kurucu olma iddiası havada kaldı. Krizin başlangıcında Başkan Obama hem Başbakan Erdoğan, hem de Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’yi telefonla arayarak yardım talep etmişti. Obama, kriz boyunca Mursi ile 6 telefon görüşmesi yaptı. Ateşkes anlaşmasından sonra Mısır Cumhurbaşkanını arayarak kutladı. Türkiye’ye telefon eden olmadı. Sadece bu durum, Türkiye’nin konumunu anlamaya yeter. Kriz sırasında Türkiye’den sadece İsrail’i hedef alan sert açıklamalar geldi. İsrail’le konuşmayan bir Türkiye’nin krizde önemli rol oynaması zaten mümkün değildi. Türkiye ateşkes için çaba harcadı ama bunlar Mısır’ın gölgesinde kaldı. Dış politikanın ideolojik yaklaşımlardan tamamen arınmış olması gerektiği bir kez daha görüldü. İsrail konusundaki politikaların Doğu Akdeniz’de doğal gaz konusunda ciddi faturası var. Gazze krizi bu yaklaşımların bölgesel rolde yarattığı engelleri hatırlattı.
Türkiye’nin Ortadoğu’da önemli rol oynama potansiyeli büyük. Ancak, bölgedeki anlaşmazlığın taraflarından biri ile ilişki içinde olmamakla bunu başaramaz. Şimdiki politikalarla Türkiye’nin Ortadoğu’da arabulucu olması mümkün değil. Halbuki Filistinlilerin ve Arapların esas ihtiyacı, bölgede arabulucu rolü oynayabilen bir Türkiye’dir. Gazze krizinde uluslararası diplomasinin merkezi rahatlıkla İstanbul olabilirdi ama olmadı. Türkiye’nin yerini Mısır doldurdu. Böylelikle Gazze’deki insanlara en büyük yardımı Mısır yapmış oldu. Başbakan Erdoğan’ın sert açıklamaları belki Gazzelilerin kulağına hoş geldi ama onları İsrail savaş makinesinin büyük çaplı saldırısından kurtaran Mısır’ın ABD ile işbirliği içinde sağladığı ateşkes oldu. Türkiye buna katkıda bulundu.
Haaretz gazetesi, Başbakan Erdoğan’ın krizin çözümü için MİT ve MOSAD yetkililerinin Kahire’de görüşme yaptıklarını açıkladığını yazdı. Bu görüşmeler olmuştur. Olması gerekir. Ama, sadece istihbarat örgütlerinin konuşması yeterli değil. Diplomatların, üst düzey yetkililerin de birbirleri ile konuşmaları gerekir. MOSAD’la görüşme açıklaması herhalde “Ateşkese bizim de katkımız oldu” mesajını veriyor. Başbakan şimdi “Her an Gazze’ye gidebilirim” diyor. “Oyunun içindeyiz” mesajı vermek istiyor olmalı. Türkiye’nin oyunun içinde olması gerek. Ama, son kriz zayıf yönleri ortaya koydu. Büyük olasılıkla ABD ve AB bundan sonra Ortadoğu’da Mısır’la çalışacak. Türkiye bölgede olacak ama oyun kurucu olmayacak.
Öfkeli çıkışlarla, esip gürlemekle Ortadoğu’da (ve dünyada) sonuç elde etmek mümkün değil. Sadece bir tarafı eleştirip diğer tarafın hatalarını görmezden gelmekle de sonuç elde edilemez. Dış politikada önemli olan sonuç almaktır. Türkiye’nin yumuşak gücünü kullanarak bölgeye yardımcı olması, sorunların çözümüne katkıda bulunması gerekir. Bunu başarmak için dış politika ile ideolojiyi bir birinden ayırmak şart. Türkiye’nin İsrail’le konuşmaması bir boşluk oluşturdu. “Doğa boşluk tanımaz” derler. Diplomasi de boşluk tanımaz. Birileri boşluğu doldurur. Sedat Ergin’in yazdığı gibi “Kapalı kapılar üzerinden diplomasi yapılamaz.” Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun Cenevre’de İsrail Başbakanı Netanyahu'nun temsilcisi Yosef Chechnover ile bir araya geldiği haberleri yeni bir yaklaşımın habercisi mi? Umarız öyledir.