Yılın son yazısında 2019’un ötesine bakalım. 2050’lere, 2100’lere doğru uzanalım. Geleceği öngörmek zor bir iştir. Özellikle insan toplumlarının geleceği konusunda tahmin yapmak çok zor. İnsanlar olarak meraklı varlıklar olduğumuz için yine de geleceği öngörmeye çalışırız. Böylesi tahminler geçmişte de yapılıyordu. Kimileri yanlıştı. Bu konuda akla gelen en meşhur örnek Norman Angell’in 1909’da yayınlanan “The Great Illusion” başlıklı kitabıydı. Angell kitapta ekonomik nedenlerle Avrupa’da bir savaş çıkmasının olası olmadığını savunuyordu. 1914’te Birinci Dünya Savaşı başladı. Daha gerilere gidip İngiliz papaz Thomas Malthus’u hatırlayabiliriz. Malthus, nüfusun geometrik, besin maddelerinin ise aritmetik olarak arttığını yazarak açlık, felaket öngörmüştü. Bu öngörü de yanlış çıktı. Tabii nüfus artışına bağlı sorunlar hala gündemimizde. İngiliz iktisatçı John M. Keynes ise 1919’da Almanya’ya dayatılan koşullara bakarak yeni bir dünya savaşı uyarısında bulunmuş ve haklı çıkmıştı.
Şimdi insanlık olarak bir dönemeçteyiz. Yapay zeka, biyoteknoloji, siberteknoloji, robotlar dahil yeni teknolojiler hızla gelişiyor. Bunun sonucunda nasıl üretim yaptığımız ve buna bağlı ilişkiler değişecek. İklim değişiyor. Böylesi hızlı değişimlerin yaşandığı dönemde İngiliz astronom Martin Rees “On The Future: Prospects for Humanity” başlıklı yeni kitabında geleceğimiz konusunu inceliyor. Tabii bu konuyu ele alan başkaları da var. Yuval Noah Hariri’nin “Homo Deus: A Brief History of Tomorrow”, Steven Pinker’in iyimser öngörülerini içeren “Enlightenment Now: The Case for Reason, Science, Humanism, and Progress” hemen akla gelen kitaplar.
Bu yazıda Martin Rees’in kitabındaki görüşlere kısaca bakacağız. Rees analizine 45 milyon yüzyıllık dünya tarihinde son 100 yıl içinde önemli bir değişiklik olduğu, ilk kez bir türün (insanların) gezegenimizin ve üstünde var olanların geleceğini belirleyecek güce ulaştığı tespiti ile başlıyor. Böylece gezegenimizin tarihinde “Anthropocene” denilen yeni bir sayfa açıldı. Rees, hem bilim insanı, hem de insanlığın bir üyesi olarak yazdığı kitabında yeni dönem konusunda hem umut, hem de korku ifade ediyor. Önümüzde çok büyük meydan okumalar var. Gezegenimiz üzerindeki izimiz hızla büyüyor. Ne yazık ki sonuçlar çok iyi değil. Çevreye büyük zarar veriyoruz. Türlerin yol olmasına, küresel ısınmaya neden oluyoruz. Peki, bu tablo karşısında teknolojik gelişmeyi durdurmamız mı gerekiyor? Martin Rees önümüzde duran sorunları çözümleyebilmek için teknolojiyi daha da geliştirmemiz gerektiğini düşünüyor. Şimdiki kuşaklar geçmiş kuşaklardan daha iyi bir yaşam sürdürüyorsa bunu gelişen teknolojilere borçludurlar. Biyoteknoloji, siberteknoloji, yapay zeka, robotlar yaşamımızın daha da iyileşmesine, sağlık, çevre, eğitim ve diğer sorunlarımızın çözümlenmesine yardımcı olacaklar. Ancak hızlı teknolojik gelişmeler önemli değişiklikleri ve riskleri beraberinde getirecek. Rees, değişiliklerin uzak gelecekte değil 10-20 yıl içinde yaşanabileceğini yazıyor. Ekonomiler, uluslararası ilişkiler, herşey bu değişikliklerden etkilenecek.
Kitaptaki bazı konulara kısaca değinelim. Martin Rees, dünyada hızla artmakta olan eşitsizliği gelecek için önemli bir sorun olarak görüyor. Teknolojinin dünyamızı “küçülttüğü”, karşılıklı bağları artırdığı, ulaşımı kolaylaştırdığı koşullarda, dünyanın yoksulları dünyanın zenginlerinin nelere sahip olduğunu iyi bilecekler. Zengin bölgelere göç daha yoğun olacak. Bunun ötesinde derin eşitsizliklerin olduğu bir dünya istikrarlı bir dünya olmayacak. Rees, altta kalan milyarların durumunun iyileşmesi için bir çok şey yapılabileceğini düşünüyor. Küresel ısınma konusuna da büyük önem veriyor, ciddi, koordineli, global çalışmalara ihtiyacımız olduğunu vurguluyor.
Teknolojik gelişmeler biz insanları da değiştirecek. Genetik değişiklikler, cyborg teknolojileri insan evriminde yeni sayfalar açabilir. Binlerce yıl önceki sanat eserlerine baktığımızda insan eseri olduklarını anlar, onlarla duygusal bağ kurabiliriz. Rees, şu soruyu soruyor: “Birkaç yüzyıl sonraki zeka bizimle duygusal bağ kurabilecek mi?” 21. yüzyılda başka gezegenlere taşınmamız başlayacak. Rees, dünyanın denetiminden uzak, başka gezegenlerdeki insanların organik zekadan elektronik zekaya geçebileceğini, bir tür ölümsüzlüğe ulaşabileceğini yazıyor. Bu varlıklar uzayda çok uzun yolculuklara çıkabilecekler. Kısacası teknolojiler bizi insan sonrası evrime taşıyabilir.
2050’de dünyanın nüfusu 9-10 milyara ulaşacak. Bilimi, teknolojileri akıllı bir şekilde kullanabilirsek daha iyi bir yaşam oluşturabiliriz. Gelecek bize bağlı.
Yüzünü sanayileşmeyi ıskalamış Osmanlıya ve dine çeviren Türkiye dünyadaki bu gelişmeleri yakalayabilecek mi? Başka bir yazının konusu.