Gelinen noktada hem iktidarın, hem de muhalefetin Suriye konusunu iç politika malzemesi yapmaktan vazgeçmesi ve ortak akıl üretmeye çalışması gerekir. Kılı kırk yaran, soğukkanlı, sorumlu, maceracılıktan uzak, güçler dengesini iyi hesaplayan, gerçekçi, müttefikler ağını geliştiren yaklaşımlar gerekir.
Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun Münih’te açıkladığı ateşkes kararının hayata geçirilmesinin ne kadar zor olduğunu herkes kabul etmeye başladı. Başkan Obama da ateşkes uygulamanın zor olacağını kabul ederek “It’s hard to do, because there’s been a lot of bloodshed,” sözleriyle ateşkes kararından sonra Rusya’nın gerçekleştirdiği ve çok sayıda sivilin hayatına mal olan hava saldırılarına dikkat çekti. Demek ki Münih Anlaşması’ndan sonra durum iyileşmedi kötüleşti. Türkiye’deki “Savaşa mı sürükleniyoruz?” tartışmalarına bakmak durumu anlamak için yeterlidir. Son yazımda “Önümüzdeki günler Türkiye için çok kritik olacak” diye yazmıştım. Gelişmeler bunu doğruluyor. Türkiye ciddi açmazlar, ikilemlerle karşı karşıya. Yanıbaşındaki gelişmelere seyirci kalması zor. Savaşa girmesi de zor. Her iki durumda da ciddi riskler, tehlikeler sözkonusu. “İki ucu boklu değnek” veya “Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık” durumu. Suriye krizini “Cumhuriyet tarihinde karşılaşılan en büyük tehdit” olarak niteleyenler var. Rusya ile savaş tehlikesini doğurduğu için durumun ne kadar kritik olduğu ortada. Peki, Suriye nedeniyle açmazlarla karşı karşıya olan sadece Türkiye mi? Değil. Avrupa Birliği (AB) de ciddi açmazlarla karşı karşıya. ABD için de durumun iyi olduğu söylenemez. Şu an itibarıyla en rahat konumda olanlar Rusya, İran ve Beşar Esad rejimi.
Önce Türkiye’nin durumuna bakalım. “Savaşın eşiğindeyiz” türü başlıklara rağmen Türkiye’nin tek başına Suriye’ye asker göndermesi beklenmiyor. Türkiye’nin tek başına ordusunu Suriye’ye sokması maceracılık olur. Ankara, müttefikleri ile birlikte bir kara harekatı istiyor. Bu konuda istişareler yapıldığını okuyoruz. Ancak başta ABD olmak üzere müttefiklerin kara harekatına sıcak bakmadığı sır değil. Yemen’de bataklığa saplanmış olan Suudi Arabistan’ın desteği fazla bir anlam ifade etmez. Türkiye’nin ne yapması gerektiği konusunda çeşitli görüşler ortaya konuyor. Taha Akyol, bu konuda sihirli değnek olmadığını hatırlatarak “Önce içerde yumuşama gerekir, demokrasi standartlarımızı yükseltmek, muhalefetle ilişkileri yumuşatmak gerekir. Türkiye’nin Batı’daki itibarını yükseltmek gerekir. Hamasetin dış politikada yaptığı hasarı gidererek ve ağabey üslubunu bırakarak Ortadoğu’da diplomatik ilişkilerimizi süratle geliştirmek gerekir” diye yazdı. Bunlara tamamen katılıyorum. Ancak bunlar zaman gerektiren adımlar. Şimdi yaşanmakta olan tehlikeli krizden gerekli dersleri çıkararak hem iç politikada, hem de dış politikada düzeltmeler yapılması gerektiği tartışma götürmez. İsmet Berkan, Türkiye-Rusya rekabetinin geçici değil kalıcı olduğuna işaret ederek Türkiye’nin Batı ittifakı ve özellikle Avrupa Birliği ile ilişkileri güçlendirmesi çağrısı yapıyor. Bu görüşe de katılıyorum. Türkiye-Rusya ilişkileri Rus savaş uçağının düşürülmesi ile krize girmedi. Rusya’nın önce Gürcistan, sonra Ukrayna’ya askeri müdahaleleri, Kırım’ı ilhakı ile başlamıştı. Rus ordusunun Suriye’ye inmesi rekabeti daha da keskinleştirdi. Rusya, coğrafi olarak Türkiye’yi abluka altına almış oldu. Putin’in “revizyonist” politikaları yakında sona ermeyeceğine göre Türkiye-Rusya ilişkilerinin düzelmesi zor. Rusya’yı dengelemek için Türkiye’nin Batı’ya dayanması gerekir. Bu zaman gerektiren bir doğrudur. Şimdi Suriye’de karşı karşıya olunan açmaz acil önlemler gerektiriyor. Gelinen noktada hem iktidarın, hem de muhalefetin Suriye konusunu iç politika malzemesi yapmaktan vazgeçmesi ve ortak akıl üretmeye çalışması gerekir. Kılı kırk yaran, soğukkanlı, sorumlu, maceracılıktan uzak, güçler dengesini iyi hesaplayan, gerçekçi, müttefikler ağını geliştiren yaklaşımlar gerekir.
Batı cephesinde en önemli ve güçlü aktör olan ABD, çeşitli nedenlerle Suriye politikalarında ciddi değişiklik yapmayacak. ABD için esas sorun IŞİD’dir. Bu yaklaşım değişmeyecek. Başkan Obama, Suriye ile ilgili son açıklamasında Rusya’nın Suriye’yi kalıcı olarak işgale hazırlanmak için yatırım yaptığını düşünebileceğini ancak bunun maliyetli olacağını ifade etti. Obama, “Bu büyük bir iş, Rus ekonomisinin durumuna baktığımızda, bu Rusya için en iyi şey olmayacak” dedi. Bu argümanın Putin’i ikna edeceğini hiç sanmıyorum. İçinden geçtiğimiz kritik günlerde ABD’nin Türkiye’nin hassasiyetlerine önem verip vermediği önemli rol oynayacak. Avrupa Birliği’nin karşılaştığı açmazlar ABD’den farklı. Kökü Suriye’deki savaşa uzanan göç krizi AB’nin temellerini sarsıyor. Putin bunun bilincinde ve mülteci sorununu artırarak AB üzerinde baskı uyguluyor. Halep’in Esad rejiminin eline geçmesi durumunda yaşanacak göç dalgası hem Türkiye’yi, hem de AB’yi zorlayacak. Türkiye ve AB’nin, özellikle Almanya’nın çıkar ortaklığı artmış durumda. AB askeri anlamda bir rol oynayamaz ama sorunların çözümüne katkıda bulunabilir.
Suriye krizi bölge barışını tehdit eder duruma geldi. Tüm aktörlerin bunu göz önünde bulundurması gerekir.