Manchester Arena saldırısında öldürülen Martyn Hett’in annesi, terörle mücadele alanındaki çalışmaları nedeniyle “alçakgönüllü” olduğu belirtildi. İstanbul doğumlu anne Figen Murray, Yeni Yıl onurunda İngiliz İmparatorluğu Düzeni Görevlisi (OBE) olarak layık görüldü.
2017’de Manchester Arena’daki Ariana Grande konseri çıkışında gerçekleşen intihar bombalamasında ölen 22 kişiden birisi de Murray’in oğlu Martyn Hett. Kendisi ile yapılmış olan podcastte Murray olayın hemen ertesinde nefreti seçmemeye karar verdiğini anlatmış. Buna en büyük nedenlerden birisi diğer dört çocuğunun kardeşleriyle beraber annelerini de yitirmelerini istememesi. Bir diğeri, intihar bombacısının oğluyla neredeyse aynı yaşta genç birisi olduğunu fark etmesi ve gençlerin radikalleşmeye olan yatkınlıklarının yarattığı endişe. Aynı zamanda, nefretin daha çok nefret getireceği ve kızgınlığın daha çok acı yaratacağına olan inancı. İnsanlara danışmanlık veren bir meslekte çalışan birisi olarak bunu yakından tanıyor ve Martyn’in anısına barış, tolerans ve şefkate odaklanmaya karar veriyor.
Böylece Murray de kendisini barış konusunda konferanslar veren, konuşmalar yapan birisine dönüştürmeyi başarıyor. Hatta “Martyn Kanunu” denilebilecek ve oğlunun kaybettiği tarzdaki mekanların güvenliği iyileştirmesini ve hatta bir anti-terör planı olmasını şart kılan bir kanun teklifine topladığı imzalarla parlamentonun gündemine alma mücadelesine girişiyor. Terörizmi durdurmak için çabalarıyla 2020’de ödül almış olan Murray’in, podcastteki en anlamlı ifadelerinden birisi, bizzat yaparak içinde yer almasak da içinde yaşamakla toplumdaki kötü şeylerin parçası olduğumuzu söylemesi oldu. Onun cevabı toplumun başka türlü bir parçası olmak için adım atmak yönünde gelişmişe benziyor.
Mağdurların, en derin acılardan birini, neredeyse en baştan öfkeye değil, affa ve nefret etmemeye yöneltmeleri bakımından çok anlamlı buldum. İkisi de aslında alıştığımız toplumsal pratikleri tersine çevirmeyi, barışa ve savaşa başka türlü bakmayı başardığımızda, ne kadar farklı yollarda yürüyebileceğimizi gösteriyor. Özellikle devletle, adaletle kurumsal bağlarımızın gevşediği bir dönemde, toplumun her kesimiyle köprüler kurmaya dönük bu girişimlerin daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.