Demokrasilerde ülkeleri seçilmiş politikacılar yönetir. Ülkenin iyi yönetilip yönetilmediği, siyasetin kaliteli olup olmadığı siyasetçilerin kalitesine, yeteneklerine, bilgisine, becerisine, dürüst olup olmadığına da bağlıdır. Politikacılar genelde siyasi partiler aracılığı ile politikada olur. Dolayısıyla politika ve politikacıların kalitesi ile siyasi partilerin kalitesi, yapısı, çalışma şekli arasında doğrudan bağlantı vardır. Politikacıların kalitesinden şikâyet varsa, dikkatlerimizi onları siyasete sokan ve siyasette tutan siyasi partiler üzerinde yoğunlaştırmalıyız.
Platon (Eflatun), “Ülkeyi ya filozoflar yönetmeli, ya da devleti yönetenler filozof olmalı” der. Ünlü filozof Karl Popper ise bu görüşü nedeniyle Platon’u “Açık toplumun düşmanı” ilan etmişti. Günümüzde, demokrasilerde yöneticileri halk seçer. Bunu tartışmıyoruz. Ama Platon’un ortaya koyduğu “seçilmiş olmakla” “filozof (bilgili) olmak” arasındaki gerginlik hep bizimle olacak. İnsanlar seçimlerde özgürce çok düşük kalitede milletvekilleri seçebilir. Demokrasilerde ülkeyi seçkinlerin yönetmesi kabul edilemez ama yönetenlerin bilgili, becerikli, deneyimli, dürüst olmaları ihtiyacı tartışma götürmez. Platon, demokrasilerde sadece yöneticilerin değil halkın da bilgili olması gerektiğini vurgular. “Milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır” der.
Kıbrıs'ta 28 Temmuz erken seçimlerine giderken izlediğimiz “siyaset manzaraları” malum. Siyasetimizin ve siyasetçilerimizin düzeyinden şikâyetler yaygın. Neredeyse herkes durumdan şikâyetçi. Görev süresi dolan Meclis’in ve milletvekillerinin performansı ortada. 28 Temmuz seçimleri için siyasi partilerin önümüze koyduğu listeler ortada. (Şimdi listelerin içindekilerin listeleri çatışacak.) Seçimlerden sonra siyasal yaşamımızda ciddi bir değişiklik beklentisi yok. Politikada sığlık, çapsızlık, kişisel ihtiraslar ön planda olmaya, siyaset sandalye kavgası olarak algınmaya devam edecek gibi. Ünlü Alman sosyolog Max Weber, “Meslek olarak siyaset” isimli eserinde siyaset yapmanın iki yolu olduğunu söyler: “Ya siyaset için yaşanır, ya da siyasetin sırtından yaşanır.” Bizde siyasetin sırtından yaşama (geniş anlamda) ağırlıktadır. Bu durum değişmediği sürece politikamızın kalitesi ile ilgili şikâyetler son bulmayacak.
Siyasi yaşamımızdaki aksaklıkların çeşitli nedenleri vardır. Ekonomik sistemimizin yapısal bozuklukları, kurumsal zayıflıklar en önemli nedenlerdir. Politikacılarımızın kalitesi hem bu durumdan etkilenir, hem de var olan durumu etkiler. Daha iyi politikacılarımız olursa ekonomik ve kurumsal yapıyı iyileştirebiliriz. Kısacası siyasette kalite, diğer konularda kalite kadar, hatta onlardan daha önemlidir. Demokrasi ile yönetilen çeşitli ülkelerde siyasetin kalitesi farklıdır. Oldukça yüksek kaliteye ulaşmış ülkeler olduğu gibi düşük kalitede olan ülkeler var. Siyasetin kalitesinin düşük olduğu ülkelerde yolsuzluk, rüşvet, patronaj yaygındır. Siyaset biliminde “kötü politikacılar” araştırma konusudur. Francesco Caselli ve
Massimo Morelli’nin “Bad politicians” başlıklı çalışması buna örnek.
Siyasette kaliteden bahsederken işe siyasi partilerden başlamak gerektiğini belirtmiştim. Partilerimiz çoğunlukla şikayetçi olduğumuz türden politikacılar üretiyorsa bu partilerin yapısında sorun var. Siyasetin kalite kazanmasını istiyorsak partileri değişmeye zorlamalı ve/veya alternatifler yaratmalıyız. Aksaklıklar konusunda yapılan bazı tespitler var. “Lider sultası” bunlardan biri. Lider sultasının oranı partiden partiye değişebilir ama aday listelerinin belirlenmesinde parti liderlerinin (ve yakın çevrelerinin) kilit rol oynadığı malum. Siyasette başarının anahtarı parti liderinin elinde olduğu sürece bilgili, yetenekli politikacı değil, lidere hoş görünen, “evet efendim” diyen, en azından lider için “tehlikeli olmayan” kişiler politikada olacak.
Parti içi demokrasi eksikliği bir diğer tespit. Farklı görüşlerin hoşgörü ile karşılanmadığı, düşünen, tartışan partili değil “mürit” partilinin makbul olduğu yapılardan kaliteli politikacı çıkması zordur. Yaratıcılık, yenilik, kalite farklı görüşlerin çatıştığı, farklı düşüncenin aforoz edilmediği, dışlanmadığı ortamda yeşerir. Farklı görüşlere müsamaha gösterilmeyen ortamda “group think” diye bilinen tehlike ortaya çıkar. İyi partili kimdir? Hep itaat eden, hiçbir şeyi sorgulamayan veya farklı düşünse bile siyasi hesaplarla bunu kendine ve yakın çevresine saklayan kişi “iyi partili” mi?
İdeolojinin çok ön planda olduğu durumlarda insanlar kendi ideolojisinden olana oy verdiği için politikanın kalitesi düşer. Bizde ideoloji eski önemini yitirdi. Bu kez kişisel ve hizipsel ihtiraslar ön plana çıktı. Herkes kendini her makama uygun görüyor. Başarısızlıkları kanıtlanmış olanlar dâhil herkes her makama talip. Herkes milletvekili, bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı olma hayalinde. Parti içinde ve dışında bunun “kavgasını” veriyorlar. Kimileri bir meslek sahibi olmadığı veya mesleğinden koptuğu için “en kolay” ve getirisi yüksek meslek olarak siyaseti seçiyor, Weber’in deyimi ile siyasetin sırtından geçiniyor. Yaşam boyu orada kalmak istiyor çünkü yapabileceği başka bir iş yok. Kimileri meslek sahibi. Siyasi mevkiye gelmenin itibar dâhil diğer avantajlarından yararlanmak istiyor. Siyasete gerçekten katkıda bulunacak bilgi ve yeteneğe sahip olup olmadıkları hiç önemli değil.
Siyaset halka hizmet için yapılan, bilgi, beceri, yetenek, dürüstlük ve gitme zamanını bilmeyi gerektiren zor bir iş değil, kişi ve taraftarları için maddi, manevi kazanç kaynağı “kolay” bir iş olduğu sürece durum değişmez. Böylesi durumlarda kaliteli, yetenekli, dürüst insanların siyasete girme riski yüksek olur. Çoğu bu riski göze almaz. Tüm politikacıları aynı kefeye koymak yanlış olur ama politikamızın ve partilerimizin ciddi kalite sorunu olduğu tartışma götürmez.