Malum bu yıl Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü. Yüzyıllarca süren Avrupa’nın dünya hakimiyetini sarsan, milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına yol açan, üç büyük imparatorluğun (Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Rusya) çökmesine ve aralarında Türkiye Cumhuriyeti’nin de bulunduğu genç devletlerin doğmasına yol açan çok önemli bir savaşın yıldönümü. Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri arasında yer alan İngiltere ve Fransa İmparatorlukları çökmemiş olsa da temelleri sarsılmış, ciddi kan kaybına uğramışlardı. İkinci Dünya Savaşı ile bu iki büyük imparatorluk da tarihe karıştı. Avrupa, iki dünya savaşı ile kendi kendini mahvetti. 1945’te artık dünyanın merkezi değildi. Merkez ABD ve Sovyetler Birliği’ne kaymış, Avrupa ABD’nin yardımına (Marshall Yardımı) muhtaç olmuştu.
Tarihin yönünü değiştiren Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümünde çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. Sovyetler Birliği de tarihe karıştı. Bazıları “tarihin sonunu” ilan ederken ABD’nin tek süper güç olma durumu kısa sürdü. Çin’in son dönemde gerçekleştirdiği mucizevi kalkınma ile yeni bir uluslararası sistem oluşmaya başladı. Hindistan, Brezilya gibi ülkeler de yükseliyor. Çok kutuplu bir uluslararası sistem oluşuyor. 1914 öncesinde de çok kutuplu sistem vardı. Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümünü işte böylesi koşullarda anacağız.
Uluslararası ilişkiler teorisinde böylesi geçiş dönemlerinin tehlikeleri önemli tartışma konusudur. Var olan hegemonun zayıflamaya başladığı, yeni bir hegemonun yükseldiği koşulların genelde savaşa yol açtığını savunan teorisyenler var. Büyük tarihçi Thucydides, Atina ile İsparta arasında Pelepones Savaşları’nın başlamasının nedenini “Atina’nın yükselmesi ve İsparta’nın bundan çekinmesi” ile açıklar. ABD’nin gücünü görece kaybettiği ve Çin’in yükseldiği koşullarda yeni bir savaş yaşanabilir mi? Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü olan bu yıl içinde böylesi bir tehlike var mı? İlk bakışta ciddiye alınacak bir soru gibi görünmeyebilir. Ama, bu konuda iki önemli akademisyenin yazısını okuyunca en azından böyle bir kaygının var olduğunu görüyoruz.
Harvard Üniversitesi’nden Graham Allison’un National Interest’te yayınlanan “2014: Good Year for a Great War?” başlıklı yazısını ilgi ile okudum. Prof. Allison, Amerikalı milyarder Andrew Carnegie’nin 1914’ü barış için önemli bir dönemeç ilan ettiğini, Lahey’de “Peace Palace” (Barış Sarayı) açılmasına öncülük ettiğini hatırlatıyor. Norman Angell, 1910’da yayınlanan ve 2 milyon satan “The Great Illusion” adlı kitabında ulusların çıkarlarını savaş yolu ile ilerletmesinin bir yanılma olduğunu yazıyordu. 28 Temmuz 1914’te en korkunç ve yıkıcı savaş başladı. Graham Allison, şimdi uluslararası sistemde var olan değişimi analiz ediyor ve Pasifik bölgesinde ABD ile Çin ve özellikle Japonya ile Çin arasında devam eden gerginlikleri hatırlatıyor. Bölgede devam eden gerginlik nedeniyle küçük bazı olayların (savaş gemilerinin çarpışması vs.) daha büyük olaylara yol açabileceği uyarısında bulunuyor. Japonya ile Çin arasında olay yaşanması durumunda ABD’nin müttefiki Japonya’ya yardım etmek zorunda kalabileceğini, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasında ittifakların önemli rol oynadığını yazıyor. Prof. Allison “2014 büyük bir savaş getirir mi?” sorusuna “büyük olasılıkla getirmez” cevabını veriyor ve geçmişte yapılan hatalardan ders almanın önemine işaret ediyor.
Cambridge Üniversitesi öğretim görevlisi Christopher Clark, The Guardian gazetesinde yayınlanan “Echoes of 1914: Are today’s conflicts a case of history repeating itself?” başlıklı yazısında aynı konuyu ele alıyor. Tarihçi olan Prof. Clark, tarihin tekerrür etmediğini hatırlatıyor ama Mark Twain’in “bazen kafiyeli olabiliyor” (it does occasionally rhyme) sözünü hatırlatıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk habercisinin İtalya’nın 1911’de Osmanlı’ya ait Libya’yı istila etmesi ve arkasından Balkan Savaşları’nın patlak vermesi olduğunu hatırlatıyor. Son yıllarda yaşananların bu olaylarla benzerliği olduğunu belirttikten sonra o da sözü Pasifik Okyanusu’nda yaşanan gerginliklere getiriyor. Geleceği görme olanağımız olmadığı için tarihe başvurmaktan başka yolumuz olmadığını, ama bu derslerin hazır paketler halinde gelmediğini vurguluyor.
1914’te Avrupa’da ve dünyada yaşanan büyük trajedinin nedenlerini genç kuşaklara aktarabilmek, savaşta yaşamını yitiren insanları anmak önemli bir görevdir. Çeşitli ülkelerde yıl boyunca bu konuda etkinlikler düzenlenecek. Birinci Dünya Savaşı Kıbrıs’ın tarihini de etkilemiştir. Osmanlı’nın Almanya’nın yanında savaşa girmesi ile İngiltere 1914’te adayı ilhak ettiğini açıklamış, Lozan Anlaşması ile adanın hukuki sahibi olmuştu. Savaş devam ederken adayı Yunanistan’a bağlama vaadinde bulunarak Kıbrıslı Rumların bu yöndeki beklentilerini güçlendirmiş, sonra da Enosis hareketi ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümünde, hem uluslararası etkileri, hem de Kıbrıs’a etkileri konusunda bizde de, üniversiteler başta olmak üzere bazı çalışmalar yapılması isabetli olur.
Dileğimiz 100 yıl öncesinin aksine 2014’ün akıllı kararların alındığı, barışın üstün geldiği bir yıl olmasıdır.