Mustafa Akyol, “Özgürlüğün İslami yolu” başlıklı kitabına bazı çocukluk anılarını aktarmakla başlar. 1980 darbesinden sonra tutuklanan babası Taha Akyol’u Mamak Cezaevi’nde ziyareti ile ilgili anısını geçen yazımda aktarmıştım. (Baba ve anneleri siyasi nedenlerle hapse atılmış çok sayıda çocuk bu travmayı yaşamıştır ve maalesef hala yaşıyor. Değişen bu çocukların deneyimi değil, hangi kesimin hapse atıldığı.) Mustafa Akyol’un ikinci çocukluk anısı dedesi ile ilgili. Dedesi, yazarın din eğitiminde önemli rol oynamış. 8 yaşındayken dedesinin kütüphanesinde bulup okuduğu bir kitaptaki hadis onu etkilemiş. Hadiste “Çocuklarınız 10 yaşına gelip de hâlâ namaz kılmıyorsa onları dövün” diye buyuruluyor. Küçük Mustafa bu fikre tepki göstermiş. Dedesi onu yatıştırmaya çalışmış. “Bu yaramaz çocuklar içindir. Onların iyiliğinedir” türü bir şeyler söylemiş ama belli ki konu yazarı hiç terketmemiş. Otoriter, dayakçı kültürün, İslam’ın emrettigi bir şey olup olmadığı üzerinde kafa yormuş. (Kitapta bunun İslam’ın emrettiği bir şey olmadığı sonucuna varıyor.) Hadislerlerle ilgili tartışmalar ve dinin gereklerini yerine getirmeyen insanların diğer insanlar tarafından cezalandırılması konusu kitapta önemli yer tutuyor. Suudi Arabistan, İran gibi ülkelerde din polisi, ahlak polisi olması ve insanları “dindar, ahlaklı” olmaya zorlaması, uymayanları cezalandırmasını eleştiriyor. Böylesi kurumların olmadığı toplumlarda da Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” diye isimlendirdiği olgunun yanlışlığına dikkat çekiyor. Kitabın üçüncü bölümünde “Günah işleme özgürlüğü” diye bir başlık var. İnsanları dindar yapmak için zor kullanmanın yanlışlığı, İslam’ı dayatmanın hatalı olduğu ortaya konuyor. Yazar, Hürriyet gazetesiyle yaptığı bir söyleşide: “Temel sorum şu: Bu baskıcı anlayış İslam’ın kendisinden mi geliyor, yoksa İslam’ın içinde geliştiği Ortadoğu toplumlarındaki otoriter zihniyetlerden mi kaynaklanıyor? Kuran’da “kumar oynamayın” diyor, değil mi? Diyor ama “kumar oynayanları bulup cezalandırın” demiyor. “İçki içmeyin” diyor. Ama “içki içenlere ceza verin ya da içkiyi yasaklayın, hiçbir yerde bulunmasın” demiyor. İslam’ı dayatmak gerekmiyor. Bu zorba yaklaşım dinin özünde değil, aldığı şekillerde” diyor. “Siz insanlara dini dayattıkça iyi bir şey yapmıyorsunuz, onları dine karşı tepkili hale getiriyorsunuz” uyarısında bulunuyor. Kitap üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde kısaca İslam tarihi aktarılıyor. İngilizce versiyonunda sanırım bu bölüm İslam tarihi hakkında pek bilgisi olmayan veya yalan, yanlış bilgisi olan Amerikalı ve Batılı okurları bilgilendirmeyi amaçlıyor. İslam tarihini incelemiş olanlar bu bölümde yeni bir şey bulamaz. Ama, bu konuda hiç bilginiz yoksa konuya giriş metni olabilir. İslam’ın doğuşu ve gelişimini inceleyen çok sayıda kapsamlı kitaplar var. Onları da okumak gerek. İkinci bölümde Osmanlı ve Türkiye deneyimi ve bu temelde yazarın savunduğu Türkiye’nin İslami liberalizme yürüyüşü inceleniyor. Gerek Osmanlı, gerekse Türkiye tarihi konusunda yazarın kendi (ve herhalde dindar kesimimin) bakış açısı, düşünceleri var. Bunların tümünü paylaşmak zorunda değiliz. Ama, sağlam bilgi, belge temelinde tartışabilmeliyiz. Bu bölümde yazar özgürlükle İslam arasında sentez oluşturma konusunda Türkiye’nin niçin önde olduğunu, örnek oluşturabileceğini tartışıyor. Diğer İslam ülkeleri ile karşılaştırıldığında modernleşme ve özgürlükler yönünde Türkiye’nin daha ileride olduğu doğrudur. Bunun nedenleri ve olası sonuçları konusunda çeşitli görüşler var. Türkiye deneyiminin kendine özgü olması, bu deneyimin başka ülkelerde geçerli olup olmayacağı tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Bu deneyimin diğer İslam ülkelerinde farklı oranlarda yankı uyandırdığı ise bir gerçek. Kanımca kitabın en önemli bölümü üçüncü bölümüdür. Bireyci ve özgürlükçü yaklaşım çerçevesinde “devletten özgürlük”, “günah işleme özgürlüğü” ve “İslam’dan özgürlük” ele alınıyor. Devletin insanların özgürlüklerine müdahale etmemesi, bu özgürlüklerin hukuk tarafından garanti altına alınması liberal düşüncenin temellerinden biridir. İslam ülkelerinin hiç birinde henüz liberal demokrasi yok. Türkiye hala “yarı özgür” statüsünde. Akyol, tercihini özgürlükçü demokrasiden yana yapıyor. Laikçi değil, laik devlete destek veriyor. “Günah işleme özgürlüğü” başlığı altında incelenen dinin devlet veya toplum tarafından zorla dayatılmaması gerektiği konusuna yukarıda değinmiştim. Günah işleme konusunun Tanrı ile inanan arasında bir konu olduğu, günahın cezasını insanların değil Tanrı’nın vereceği yaklaşımı, oruç tutmayan insanların dayak yiyebileceği bir ülkede önemli. Kitapta din değiştirme özgürlüğü de tartışılıyor. Din değiştiren kişinin idam edilmesi gerektiği yaklaşımı inceleniyor, konuya ilişkin teolojik tartışmalar aktarılıyor. İslam’ı eleştirenler, alay edenler veya küfredenler konusunda ne yapmalı? İran lideri Ayetullah Humeyni, yazdığı kitabın içeriği nedeniyle Salman Rüşdü’yü ölüme mahkum etmişti. Yaptığı film nedeniyle Theo van Gogh öldürülmüştü. Akyol, konu ile ilgili tartışmaları aktararak çözümün İslam hakkında hoş olmayan şeyler yazan, söyleyenleri dikkate almamak, onlardan uzak durmak olduğu görüşünü savunuyor. Kitabı bir makaleye sığdırmak mümkün değil. Bireyin ve özgürlüklerin ön plana çıkması sanayileşmenin, şehirleşmenin beraberinde getirdiği olgulardır. Türkiye, bu yönde önemli adımlar atıyor. Bu çerçevede dindar kesimde liberal demokrasi ve özgürlükleri temel alan fikirlerin yayılması bence önemli. Elbette dindar kesimde başka görüşler de var. Önemli olan Türkiye’nin yükselen mütedeyyin sanayici ve iş erbabının, dindar kesimlerin Mustafa Akyol’un ortaya koyduğu görüşlere yaklaşması. Türkiye’nin dindar-laik, Türk-Kürt, Sünni-Alevi gibi önemli fay hatları özgürlük, karşılıklı hoşgörü, hukuk devleti temelinde aşılabilir.