Dünya tarihinde derin izler bırakan düşünürlerden biri de Karl Marx’tır. Marx, 5 Mayıs 1818’de Almanya’nın Trier kentinde dünyaya gelmişti. 200. doğum yıldönümünde Marx’a ilginin arttığını görüyoruz. 200 yıl sonra niçin Marx hala ilgi topluyor? Doğum yıldönümü nedeniyle Batı’nın önde gelen yayın organlarında yazılar çıkıyor. Bunların çoğu olumlu değerlendirmeler. Bu gazeteler Marksist veya solcu değil. Marksist jargonla “sermayenin” yayın organları. The Financial Times gazetesinde Marx’ın yeni biyografisini (A World to Win: The Life and Works of Karl Marx, Sven-Eric Liedman) tanıtan yazının başlığı şöyle: “Niçin Karl Marx her zamankinden daha güncel?” The Economist dergisi Marx’ın 200. doğum yıldönümü nedeniyle yayınladığı yazıda “Dünyayı yönetenler: Marx’ı okuyun!” başlığını kullandı. Kısacası sanki kapitalizmi devirmek isteyenlerden çok kapitalizmi korumak, kurtarmak isteyenler Marx’ın önemini kavrıyor. İlginç.
Marx’ın 200. doğum yıldönümü nedeniyle çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Almanya Sosyal Demokrat Parti lideri Andrea Nahles, Marx’ın doğduğu Trier kentini ziyaret ettiler. Şehirde Marx’ın heykelinin açılış törenine katıldılar. The British Library büyük düşünürün doğum yıldönümü nedeniyle çeşitli sergiler ve etkinlikler düzenliyor. Yayınevleri Marx’la ilgili yeni kitaplar yayımlıyorlar. “Genç Marx” isimli bir film yapıldı. İzledim ve tavsiye ederim. Bu konuda Kıbrıs’ta bir etkinlik yapılacağını duymadım. Bir sempozyum düzenlenemez miydi?
Marx konusunda yazı yazmak zor iş. Öncelikle Marx’ı bilmek, okumak gerek. Bugünlerde solcuların ne kadarı Marx’ın önemli eserlerini okudu? Marx’ı böylesi kısa bir makaleye sığdırmak da zor. Ele alınabilecek konular o kadar çok ki. Birikim Dergisi’nin gündeme getirdiği bir kaç soru: “Marx’ın hep zikredilen “güncelliği” ile “bugün” neyi kastediyoruz? Marx’ın düşünsel mirasını ayrıştırmanın (genç-olgun vd.) bize öğreteceği bir şey olabilir mi? Marx’la Marksizm veya Marksizmler arasındaki farkları yeniden düşünmeli mi?” Bu sorulara başka sorular da eklenebilir. Marx konusunda çok sayıda kitap, makale yazıldı, yazılıyor ve yazılacak. Sosyal yaşamı ele alırken Marx’a değinmek kaçınılmaz. Batı üniversitelerinde sosyal bilimlerle ilgili tüm dallarda Marx vardır. Sosyolojinin kurucuları arasında sayılır.
Marx’ı düşünürken onu yaşadığı dönem ve koşullar içine oturtmak gerek. Fransız İhtilali’nden sonra, bu ihtilalin Avrupa’da yarattığı değişim koşullarında dünyaya geldi. İngiltere’de Sanayi Devrimi, fabrikalar gelişme aşamasındaydı. Arkadaşı Engels’le birlikte hayatını dönemin en gelişmiş kapitalizmi olan İngiltere’yi çözümlemeye adadı. Hem teori, hem de eylem adamı oldu. Tüm dünya ile ilgilendi. “FiIozofIar dünyayı yaInızca çeşitIi biçimIerde yorumIamışIardır; oysa sorun onu değiştirmektir” dedi. The British Library’de dirsek çürüterek Kapital’i yazdı. İlginçtir, Fransız ekonomist Thomas Piketty de günümüzdeki eşitsizliği incelediği kitabına Kapital ismini verdi.
Elbette şimdi Marx’ın yaşadığı koşullardan çok farklı koşullarda yaşıyoruz. Bilgisayar, internet, yapay zeka, robotlar çağındayız. İnsanların çok uzak olmayan gelecekte başka gezegenleri kolonize etmeye başlayacağı tahmin ediliyor. “Üretim araçları” çok değişti. “Proletarya” çok değişti. Üretimin önemli kısmını robotlar yapacak. Marx bu değişimleri görse inceler ve teorik sonuçlar çıkarmaya çalışırdı. Evet, Marx’ın kapitalizmin çökeceği yönündeki öngörüsü gerçekleşmedi. Kapitalizm hala dinamik ve yaratıcı. Komünist Parti tarafından yönetilen Çin kapitalist ekonomi, özel mülkiyetle büyük ekonomik başarılara imza atıyor, dünya devi oluyor. Ama Marx bugün yaşasaydı bazı şeyleri tanırdı. Kapitalizmin dünyanın tüm köşelerine yayılması, küreselleşme onu hiç şaşırtmazdı. Kapitalizmin krizleri de ona yabancı gelmezdi. En son büyük kriz 2007-2008’de patlak verdi ve dünyayı sarstı. Yeni krizler olacak. Kapitalizmin iç çelişkileri varlığını koruyor ve sistemi tehdit ediyor. Günümüz kapitalist toplumlarında var olan “yabancılaşma”, derin gelir uçurumları da onu şaşırtmazdı. Günümüzde gelişmiş toplumların en büyük sorunu derin eşitsizliktir. Oxfam’a göre 2017’de global düzeyde yaratılan zenginliğin yüzde 82’si toplumun yüzde birine gitti. Bu durum sürdürülebilir mi?
Marx’ın kapitalizmin yerini alacak sınıfsız, devletsiz toplum öngörüsü de gerçekleşmedi. “Reel sosyalizm” olarak adlandırılan sistem çöktü. Bu sistemde Marksizm adına işlenen korkunç suçları unutmamak gerek. İnsan hakları, demokrasi değil diktatörlük olduğunu unutmamak lazım. Yine de insanlar “daha adil ve daha özgür bir toplum” özleminden vazgeçmiyor. Bu nasıl, ne zaman olur? Olur mu? Bilmiyoruz. Halen hem sosyal adalet, hem de özgürlükler açısından en iyi model İskandinav modeli. Marx, ütopyacılık yerine “görünen gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı” diyerek içinde yaşadığı toplumu incelemeyi seçmişti. Şimdi içinde yaşadığımız karmaşık dünyayı incelemek bizim görevimiz. Bunu yaparken Marx’ın analiz yönteminden yararlanabiliriz. Yeter ki dogmatik, katı determinist olmayalım. Onun “Altyapı son çözümlemede üst yapıyı belirler” önermesi temelde doğru olmakla birlikte fikirlerin tarihte, sosyal yaşamdaki rolü çok daha büyüktür.
Kuşkusuz Marx tartışmalara yol açan bir düşünür. Bu gayet doğal. Onu bir tür peygamber, fikirlerini bir tür din gibi algılamak yapılabilecek en büyük hatadır. İyi ki doğdun Marx.