Son 20-25 yıl içerisinde en sık tekrarlanan kavramlardan biri kuşkusuz küreselleşme kavramıdır. Bu konuda çok kitap ve makale yazıldı, çok mürekkep tüketildi. Küreselleşmenin lehinde olanlar, aleyhinde olanlar var. Sosyal bilimlerin neredeyse tümü küreselleşmenin kendilerini nasıl etkilediğini inceliyorlar. Küreselleşmenin ortak bir tanımı yok. Çok genel olarak ticaretin, sermayenin, bilginin, insanların serbestçe dolaştığı, ekonomilerin birbirine entegre olduğu bir olgu. Tabii küreselleşmenin farklı yönleri var. Ekonomik küreselleşme, kültürel küreselleşme, iletişimde küreselleşme vs. Küreselleşme yeni bir şey değil. 19. yüzyılda başlayıp Birinci Dünya Savaşı ile noktalanan bir küreselleşme dönemi vardı. Teknolojik gelişmeler (telgraf, lokomotif) ve İngiltere’nin başını çektiği Avrupa imparatorlukları bunu mümkün kılmıştı.
İki dünya savaşı arasındaki dönem içe kapanma, gümrük duvarlarını yükseltme gibi eğilimlerin ön plana çıktığı, 1929 ekonomik krizine ve faşizmin yükselişine sahne olan bir dönemdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı dünyasının oluşturduğu Bretton Woods sistemi serbest ticaret ve küreselleşmeyi temel alıyordu ancak Sovyet sistemi bunun dışındaydı. Sovyet sisteminin çökmesi sonrasında tüm dünya küreselleşmeye açıldı. Yoğun olarak konuşulan, tartışılan işte bu dönem. Bu küreselleşme geçmişteki küreselleşmeden oldukça farklı. Bu küreselleşmeyi iten hem başta ABD olmak üzere çeşitli devletlerin hükümetleri, hem de hızlı teknolojik gelişmelerdi. Kolombiya Üniversitesi’nden Jagdish Bhagwati, hükümetlerin küreselleşmeyi hızlandırabileceği gibi ters yöne çevirebileceğine dikkat çeker. “Acaba şimdi küreselleşmenin ters yöne çevrildiği bir döneme mi girdik?” İşte son dönemin en önemli tartışmalarından biri.
Dünyanın en küresel bankalarından biri olan HSBC’de çalışmış Stephen King “Grave New World: The End of Globalization, the Return of History” başlıklı kitabında küreselleşme için tehlike çanları çalıyor. Kitabın isminde hem Aldous Huxley’nin “Brave New World”, hem de Fukuyama’nın “The End of History” kitaplarına gönderme var. King, çeşitli nedenlerle küreselleşmenin sonuna gelindiğini yazıyor. Farklı ülkelerde popülizmin yükselişi, demokrasinin zayıflamakta olması, otoriter rejimlerin güçlenmesi, ABD’de Donald Trump’ın iktidara gelmesi, İngiltere’nin Brexit kararı, içe kapanma eğilimleri bu nedenler arasında. Mülteci sorunu nedeniyle gelişmiş ülkelerde oluşan tepkiler ve alınmakta olan önlemler de var. Afrika’nın hızla artmakta olan nüfusu, küresel ısınmanın neden olabileceği göç dalgaları gelişmiş ülkeleri korkutuyor. King, teknolojideki bazı gelişmelerin de küreselleşme aleyhinde olacağını düşünüyor. Büyük şirketler ucuz işgücü nedeniyle üretimi gelişmekte olan ülkelere kaydırmış, bu da küreselleşmeyi artırmıştı. Robot teknolojilerinin gelişmesi bu durumu değiştirebilir. Robotların çalışacağı fabrikalar şirketin kendi ülkesinde üretim yapabilir. Uluslararası sistemde meydana gelmekte olan değişiklikler, ABD hegemonyasının zayıflamakta olması, Çin, Rusya gibi büyük güçlerin rolleri eski durumu değiştiriyor. Küreselleşme ABD’nin liderliğinde yürüyordu. Şimdi bu liderlik zayıflamış durumda. Batı’nın içinde çatlaklar var. King, tüm bu nedenlerle devletler arasında işbirliğinin giderek daha zor hale geleceğini düşünüyor. King’in analizi karamsar olarak görülse de ciddiye alınmasında yarar var.
Küreselleşme konusunda kötümser öngörüler içeren bir diğer kitap The Economist dergisi eski editörü Bill Emmott tarafından kaleme alındı. “The Fate of the West” (Batı’nın Kaderi) başlıklı kitap Batı dünyasının nereye gitmekte olduğunu inceliyor. Emmott, Batı’nın düşüş içinde, bölünmüş ve demoralize olduğunu yazıyor. Bu gerçeği görmek gerektiğini düşünüyor. Soğuk Savaş sonrasındaki iyimserlik şimdilerde yerini kötümserliğe bırakmış gibi. Tabii herkes Stephen King ve Bill Emmott’un ekonomik ve siyasi açıklık döneminin sona ermekte olduğu tezine katılmıyor. Küreselleşmenin ve Batı’nın zorlukları aşmayı başaracağını düşünenler de var. Bu tartışmayı kimin kazanacağını öngörmek zor. Ancak dünyada ciddi değişiklikler yaşandığına, geleceği düşünürken bunların hesaba katılması gerektiğine kuşku yok.
Finbarr Livesey, “From Global to Local: The Making of Things and the End of Globalisation” başlıklı kitabında küreselleşme konusundaki fikir mücadelelerine değil teknolojik gelişmelere ağırlık veriyor. Teknolojik gelişmelerin globalden yerele yönelmeyi getireceğini, bunun da küreselleşmenin sonu olacağını yazıyor. Küreselleşmeyi hızlandıran teknoloji bu kez ters bir rol oynayacak mı? Robotlar, üç boyutlu (3D) baskı makineleri kuşkusuz nasıl ürettiğimizi değiştirecek. Bunun sonuçları ne olacak? Düşünmek gerek.