Türkiye’de AK Parti iktidarı büyük iddialarla ülkenin Ortadoğu politikasında ciddi değişiklikler yapmıştı. Eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun fikir babalığında yapılan bu değişiklilerin ne olduğunu ve Türkiye yararına ne gibi sonuçlar vaad edildiğini tekrarlamaya gerek yok. Devam etmekte olan Katar krizi bize bu politikaların sonuçları konusunda bilgi veriyor. AK Parti kurulduğu zamandan beri hep İslamcılıktan vazgeçtiğini söylemiş olsa da Ortadoğu politikalarında kendi desteklediği türden İslamcılığa güçlü desteği tartışma götürmez. Bu temelde Türkiye’nin sınanmış “Araplar arasındaki kavgalara, anlaşmazlıklara taraf olmama” politikası terkedildi. Önceleri Türkiye’nin yeni politikalarının çok başarılı olduğu görünümü vardı. Ancak zaman içinde, özellikle “Arap Baharı’nın” patlak vermesi ile durum değişti. Türkiye Ortadoğu’da yalnız kaldı. Buna “değerli yalnızlık” denmesi durumu değiştirmiyor. Taha Akyol, “Ortadoğu çıkmazı” başlıklı yazısında Katar krizinden hareketle “ “Ümmet” ya da “imparatorluk” perspektifleriyle yürütülen politikalar da başarısızlığa mahkûmdur. Politikamız “milli” yani “ulus devlet” niteliğinde olmalıdır: Türkiye’nin güvenliğine ve çakırlarına odaklı bir dış politika… Eşit devletlerarası ilişkiler… Bu da Araplar arası ihtilaflarda Türkiye’nin taraf olmamasını, bütün taraflarla ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmesini gerektirir” diye çok doğru bir değerlendirme yaptı. Buna katılmamak mümkün mü?
Katar krizi Türkiye’nin Ortadoğu’daki yalnızlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Şu anda Türkiye’nin tek müttefiki 300 bin nüfuslu küçük Katar. Foreign Policy internet sitesinde yer alan “This is how great power wars get started” (Büyük güçler arası savaşlar böyle başlar) başlıklı yazısında Emile Simpson Ortadoğu’da oluşan gruplaşmaları şöyle sıralıyor: Birinci grupta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Bahreyn, Mısır, Cezayir, Fas, Tunus ve doğu Libya’da Halife Haftar örgütü yer alıyor. İkinci grupta Türkiye, Katar, Hamas ve benzeri Müslüman Kardeşler örgütleri, Libya’nın batısında uluslararası tanınmış hükümet var. Bu da Türkiye’nin devlet olarak tek müttefikinin Katar olduğunu gösteriyor. Üçüncü grupta İran, Irak (en azından Şii ağırlıklı Bağdat hükümeti), Suriye’de Esad rejimi, Lübnan’da Hizbullah var. Emile Simpson dördüncü gruba IŞİD, El Kaide ve bunlara benzer radikal İslamcı grupları dahil ederken yukarıdakilerden çok farklı konumda olan İsrail’i beşinci grup diye sıralıyor ve İsrail’in Suudi Arabistan grubuna yakınlığını hatırlatıyor. Kabaca tablo bu ve Türkiye açısından iç açıcı değil.
Katar krizi ile Türkiye’de yandaş medya Katar’dan sonra Türkiye’nin hedefte olduğu temasını işledi. Hatta esas hedefin Türkiye, daha doğrusu Türkiye’deki iktidar olduğu yazıldı, söylendi. Bu noktada Taha Akyol şu haklı soruyu soruyor: “Sormamız gereken soru şudur: Türkiye’nin Araplar arası bir ihtilafta “ablukanın Katar’dan sonraki uzantısı” olma riskiyle karşılaşacak kadar taraf olmasına gerek var mıydı? Elbette Katar dostumuz, ekonomik bağlarımız 8.5 milyar dolar… Fakat öbür Arap devletleriyle ekonomik ilişkilerimiz önemsiz mi?” Bu soru cevap bekliyor.
Türkiye’yi bu noktaya getiren Ortadoğu’da giderek barizleşen Müslüman Kardeşler yanlısı ideolojik duruş ve politikalar oldu. Böyle olunca Arap dünyasındaki Müslüman Kardeşler karşıtları ile karşı karşıya kalındı. Mısır’la ilişkiler tamamen koptu. Şimdi de Suudi Arabistan ve beraberindeki ülkelerle kriz yaşanıyor. Bu ülkelerin Katar’a verdikleri 13 maddelik ültimatomun bir maddesi Türkiye askeri üssünün kapatılması. Yani Türkiye’yi istenmeyen ülke sınıfına koyuyorlar. Katar krizi boyunca Türkiye’nin attığı adımlar Suudi Arabistan öncülüğündeki cephenin bu bakışını daha da pekiştirdi. Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Enver Gargash: “Bölgede büyük çıkarları olan Türkiye’nin önceliğinin ideoloji değil, çıkarları olmasını umuyoruz…” diye mesaj veriyor.
Türkiye’nin Atatürk dönemiyle başlayan ve sonra da devam eden dikkatli Ortadoğu politikası pasif olmakla suçlanıyor. Sadabad Paktı, Bağdat Paktı gibi ittifaklar ve süreç içinde izlenen diğer politikalar bu eleştiriyi doğrulamıyor. Türkiye pasif değildi ama Araplar arası kavgaların dışında kalmaya özen gösteriyordu. Tabii Soğuk Savaş çerçevesinde Batı ile uyumlu politikaları vardı. Soğuk Savaş sonrasında bazı değişiklikler gerekliydi. “Osmanlıcılık” söylemlerine hiç girmeden daha aktif ama dengeli, Araplar arası sorunlarda taraf değil arabulucu rolü üstlenen, pragmatik politikalar izlenebilirdi.