Türkiye 15 Temmuz darbe girişiminin şokunu yaşamaya devam ediyor. Olağanüstü Hal koşullarında konuyu tartışmaya çalışıyor. Maalesef bu tartışmanın çok sonuç verici olduğu söylenemez. Basının, medyanın büyük bölümünün yaptığı iktidara selam çakmak. Kraldan fazla kralcı olmanın ağırlıkta olduğu dönemlerde sağlıklı tartışma olmaz. “Türkiye niçin bu noktaya geldi?” sorusuna tarihsel perspektif içinde, objektif cevap arama çabaları yeterli olmaktan çok uzak. Çoğunluk esen rüzgara ayak uydurmuş bir şeyler söylüyor. Hikayeler anlatıyor. İktidara yaranma odaklı söylemlerden fayda çıkmaz. Gerçeklerin daha iyi anlaşılması, konunun daha iyi tartışılması için herhalde zaman geçmesi gerekecek. Türkiye’de HER kesimin kendini sorgulaması, özeleştiri yapması, “Biz nerede hata yaptık?” sorusunu sorması gerekiyor. “Hata hep karşı tarafta, biz hep doğru yaptık” veya “Kusura bakmayın kandırıldık” söylemleri istenen sonuçları vermez. “Herkes için daha iyi bir Türkiye” yaratmak sistemin tümünü, herşeyi masaya yatırıp tartışmaktan geçer. Tek neden varılan noktayı açıklamaya yetmez. Nedenler çoktur ve bunları bulup düzeltmek gerekir. Aksi takdirde kısır döngü devam eder.
“Türkiye niçin bu noktaya geldi?” sorusunun tek bir cevabı olmadığı gibi kolay bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Kolay cevaplar sunanlara fazla itibar etmemek lazım. Kolay cevapların ömrü kısa olur. Kendi payıma bu konuda kafa yorarken üzerinde durduğum konulardan biri din-siyaset ilişkisidir. Belli ki Türkiye’de din-siyaset ilişkisi doğru bir zemine oturtulamadı ve ülke hep bunun sancılarını yaşadı. İşte bu noktada Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu’nun El Cezire’nin sorularını yanıtlarken ortaya koyduğu görüşler dikkatimi çekti. Bardakoğlu’nun ana mesajı çok net: “Din-siyaset ve din-ticaret ilişkisine bir sınır getirilmeli.” Bunlar benim de katıldığım çok önemli tespitler. Dinin siyasi amaçlarla istismar edilmesinde ölçü kaçırıldığı zaman sonuçlar iyi olmaz. Sayın Bardakoğlu “din-siyaset ilişkilerine sınır getirilmeli” derken bu ilişkilerin gereğinden fazla bir birine karıştığını, iç içe geçtiğini ima ediyor. Siyasal İslamcılığın bu konuda rolü var. Türkiye’de Demokrat Parti iktidarından beri hemen hemen tüm iktidarlar oy kazanmak için dini az veya çok kullanmıştır. AK Parti iktidarı döneminde bunun dozunun epey arttığı biliniyor. Şimdi din-siyaset ilişkisini doğru bir temele oturtma, bu ilişkilere bir sınır getirme zamanıdır. Bunun dindar kesimlere de büyük yararı olacaktır.
Din-siyaset ilişkilerinin nasıl olması gerektiği konusunda tek bir model yoktur. Din ve siyasetin bir birinden ayrıldığı Batı ülkelerine baktığımızda farklı uygulamalar görürüz. İngiltere’de Kraliçe kilisenin başıdır. Bu anlamda laik bir model değilmiş gibi görünür. Tabii İngiltere din-siyaset ilişkisini iyi belirlemiş ülkelerden biridir. Herkes dinini (veya dindar olmamayı) rahatça yaşayabilir ama dinin siyasetle sınırları bellidir. Kimse bunu aşmaz. Fransa örneği daha farklı. Türkiye, tarihsel süreçte laiklik konusunda Fransa modelini izledi ve bunun sıkıntılarını yaşadı, yaşıyor. Avrupa’dan farklı olarak ABD toplumu dindar bir toplumdur ama siyasetle din birbirinden ayrılmıştır. Her ABD başkanının konuşmasında dine atıf vardır ama bunun dozu bellidir. Elbette Evanjelistler gibi dini siyasi amaçlarla kullananlar var ama sistem din-siyaset ayrılığına dayanır.
Din-siyaset ilişkisini tartışırken siyasal İslamcılığın ayrı bir konu olarak incelenmesi gerekir. Siyasal İslamcılık ne zaman, niçin, hangi tarihi koşullarda ortaya çıktı? Son 20-30 yıl içerisinde Ortadoğu’da niçin güçlendi? Türkiye’nin bu konudaki deneyimleri nelerdir? Günümüzde siyasal İslamcılığın durumu nedir? İçindeki çeşitlilik ve bunların ilerlediği yönler nelerdir? Türkiye toplumu niçin laikler ve dindarlar olarak büyük bir kutuplaşma yaşadı ve yaşıyor? Laik kesimlerin bu konudaki hataları neler olmuştur? Tüm bunları ve daha başka soruları, konuları tartışmak durumundayız. Ne var ki, dünya deneyimi dinle siyaseti bir birinden ayıran ülkelerin daha başarılı olduğunu gösteriyor. Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Dinle siyaseti bir birine karıştıran ülkelerin durumu ortada. Türkiye’nin uzlaşı ve diyalog temelinde kendi gerçeklerine uygun, kendi laik, seküler modelini oluşturması gerekir. Bu modelde herkes özgürce yaşayabilmeli, kimse kimseye kendi hayat tarzını dayatmaya çalışmamalı, gerçeğin tekeli kimsede olmamalıdır. Demokrasi, hukuk devleti, basın özgürlüğü bu hedefe varmada olmazsa olmazdır.
Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı bağlamında “İçtenlikli bir özeleştiri yapma ihtiyacı duyuyoruz” diyor. Genelde bir özeleştiriye ihtiyaç var. Umarız din-siyaset ilişkisi konusunda Sayın Bardakoğlu’nun uyarıları dikkate alınır.