Brexit, yani İngiltere’nin AB üyeliğinden çıkması, nereden bakılırsa bakılsın kötü bir fikir. Hem İngiltere, hem Avrupa, hem de dünya için kötü sonuçlar doğuracak. Ama İngiltere’deki kötü sonuçlar daha büyük olacak. Brexit’le demagoji ve yalan zafer kazanmış olacak. Brexit sonrası İngiltere her açıdan zayıflayacak. Londra dünyanın mali merkezi olma özelliğini yitirecek. İskoçya’nın İngiltere’den ayrılmasının kapısı açılmış olacak. Brexit’in olumsuz sonuçları kısa zamanda görülecek. AB’den ayrılma süreci en az iki yıllık karmakarışık bir süreç olacak. Ülke en az 10 yıl yönetim karmaşası yaşayacak. Sonuçta geriye Avrupa’dan ve dünyadan soyutlanmış, zayıflamış, içine kapalı, müttefiklerinin önemsemediği bir ülke kalacak. Büyük Britanya, Küçük Britanya olacak. Boris Johnsonların, Rupert Murdochların peşine takılmanın bedeli ağır olacak.
23 Haziran’a kısa süre kala ve anketlerin gidişatın iyi olmadığını gösterdiği bu günlerde oy hakkına sahip herkesin sandık başına giderek İngiltere’nin AB’de kalması yönünde oy kullanması büyük önem kazanmıştır. Nemelazımcılığın sonu kötü olur. Brexit’in olumsuz sonuçları herkese dokunacak. Bunu önlemek için toparlanmak, yığınsal olarak sandığa gitmek, kararsızları sandığa götürmek görevdir. İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı Türklere, Türkçe konuşan herkese sandığa gitme ve Brexit’e karşı oy kullanma çağrısı yapıyorum. Brexit’in özellikle azınlıkları olumsuz yönde etkileyeceğini unutmayalım.
Brexit’in ekonomik, siyasal, sosyal, dış politika ve savunma açısından ne gibi sonuçlar doğuracağı çok tartışıldı. İngiltere, Sanayi Devrimi’nden beri serbest ticaretin, dünya ile entegrasyonun şampiyonu olmuş, bu çerçevede “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” haline gelmişti. İmparatorluğun üzerinde “güneş batınca” ekonomisini, savunmasını ve önemini korumanın yolu Avrupa entegrasyonundan geçiyordu. Ancak İngiltere’nin Avrupa’ya bakışı hep ikircikli oldu. Halk ve siyasi partiler içinde “Avrupa yanlıları” ve “Avrupa karşıtları” diye bölünme yarattı. Şimdiki Brexit kampanyası bu bölünmüşlüğün en güçlü dışa vurmasıdır. Hem toplumda, hem de partilerin kendi içinde bölünme artmış durumda. Halbuki İkinci Dünya Savaşı felaketinden sonra Avrupa’nın “bir tür Avrupa Birleşik Devletleri” olması vizyonunu 1946’da Zürih konuşmasında Winston Churchill ortaya koymuştu. İngiltere halkına ve özellikle Muhafazakarlara Churchill’in “we must re-create the European family in a regional structure called, it may be, the United States of Europe” sözlerini hatırlatmakta yarar var. Churchill’in bu vizyonuna rağmen İngiltere 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’na, 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) katılmadı. 1961’de üyelik başvurusu yaptı ama Charles de Gaulle tarafından iki kez veto edildi. 1973’te üye olabildi ve bu konudaki ilk referandumunu 1975’te gerçekleştirdi. 23 Haziran’da yapılacak referandum ikinci referandum olacak. 1975 referandumundan yüzde 67 ile AET’de kalma onaylanmıştı. Ve 1975’te Margaret Thatcher AET üyeliği lehinde “evet” kampanyası yürütmüştü. Ne yazık ki ilk referandumdan sonra Avrupa konusu hem İngiltere’yi, hem de siyasi partileri bölmeye devam etti ve bugünlere gelindi.
Euroscepticism (Avrupa şüpheciliği) 1980’li yıllarda, Thatcher iktidarı döneminde tırmanışa geçti. O gün bu gündür Muhafazakar Parti’nin bir kanadı ve muhafazakar basın İngiltere’nin tüm sorunlarının faturasını Brüksel’e çıkarıyor ve bu demagoji “işçi sınıfı” içinde taraftar buluyor. Son mali kriz ve özellikle mülteci krizi bu demagojinin etkisini artırdı. Muhafazakar Parti’yi içinden kemiren bu kurt Başbakan David Cameron’u 23 Haziran referandumu kararına götürdü. Muhafazakar Parti bunun faturasını ödeyecek. 23 Haziran’da sonuç ne olursa olsun parti içindeki kavga bitmeyecek, büyüyecek.
Avrupa Birliği (AB) öncelikle bir barış projesidir. İki dünya savaşının başladığı yer olan Avrupa’ya barış ve işbirliği getirdi. İngiltere gibi önemli bir ülkenin ayrılması bu barış projesini zayıflatacak. Avrupa genelinde yükselmekte olan aşırı sağ, yabancı düşmanlığı, İslamofobi iyi bir geleceğin habercisi olamaz. Zayıflayan, bölünen bir Avrupa yine büyük tehlikelere gebe olacak. Brexit, Avrupa’daki aşırı sağın, faşistlerin ekmeğine yağ sürecek. İstikrarsız Avrupa İngiltere’nin yararına olamaz.
İngiltere’nin 500 bin kişilik ortak pazardan kendini dışlamasının mantığı ne? Ticarette AB için “üçüncü ülke” konumuna düşmek akıllı bir tercih mi? İngiliz ekonomisi dünya gerçeklerine ayak uyduramadığı için sorunlar yaşıyor. Brexit durumu daha da kötüleştirecek. Brexit’in ekonomik sonuçları konusunda hem Merkez Bankası Başkanı, hem de Maliye Bakanı ciddi uyarılarda bulundular. Brexit, iddia edildiği gibi mültecilerin ülkeye gelmesini durdurmayacak. Ayrıca halen 3 milyon AB vatandaşı İngiltere’de yaşıyor. İki milyon İngiltere vatandaşı diğer AB üyesi ülkelerde yaşıyor. Brexit durumunda İngiltere 3 milyon çalışan ve vergi ödeyen AB vatandaşını kaybedecek ve 2 milyon emekliyi geri alacak. AB üyesi ülkelerden kaç öğrenci halen yılda 12 bin Sterlin civarında olan uluslararası harçları ödeyerek İngiltere üniversitelerinde okuyabilecek?
23 Haziran İngiltere için tarihi bir dönüm noktası. AB dışındaki bir İngiltere gücü ve önemi azalmış bir İngiltere olacak. Boris Johnson’a, The Sun gazetesine değil Gordon Brown’a kulak verelim.