AB-Türkiye zirvesi ile ilişkilerde bir canlanma başladığı açık. Ne var ki, bunu fazla abartıp Türkiye’nin AB üyelik sürecinde ciddi değişiklikler olacağını sanmak saflık olur. Her zaman olduğu gibi bazı kesimlerde aşırı iyimser beklentiler oluştuğunu görüyoruz. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin güçlenmesini, müzakere sürecinin ilerlemesini istemek başka şey, Türkiye’nin AB üyeliği önündeki engellerin kolayca kalkacağını düşünmek başka şeydir. AB, mülteci krizi konusunda Türkiye’ye muhtaç olduğu için bazı adımlar atıyor. Türkiye’ye kur yapıyor. Bunu evlilik teklifi sanmak naif bir yaklaşım olur. AB ile ilişkilerin gelişmesi iyi olur. Mümkün olduğunca daha fazla müzakere başlığının açılması da iyi olur. Fakat bu iş üyeliğe varmaz. Çeşitli nedenlerle AB Türkiye’yi üye yapmayı düşünmüyor. Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy “Türkiye AB üyesi olmayacak, Türkleri kandırmayalım” diyerek durumu özetledi. Tabii, AB Türkiye’yi hep kandırmaya çalışmıştır. Şimdi de istediklerini elde etmek için bunu yapacaktır. Bu gayet normal. Türkiye’de bazılarının kanmasını anlamak zor.
AB uzun süreden beri ciddi sorunlar yaşıyor. Euro krizi üye ülkeler arasındaki güveni epey sarstı. “Gemisini kurtaran kaptan” anlayışı ön plana çıktı. Dayanışma unutuldu. Entegrasyon vizyonu epey darbe aldı. AB eski çekiciliğini yitirdi. Ortak para birimi Euro’nun kuruluşunda ciddi hatalar yapıldığını şimdi herkes kabul ediyor. Ortak para birimi daha fazla siyasi entegrasyonu gerektirir. Buna hazır değiller. AB Anayasası projesi Fransa ve Hollanda’ya takılınca entegrasyon işi yara aldı. Lizbon Anlaşması ile yetinildi. Ortak Savunma ve Dış Politika büyük oranda sözde kaldı. Mali kriz entegrasyondaki zayıflıkları ortaya döktü. Sonu gelmez zirve toplantıları ile sorunlara çözüm arandı ama cam çatladı. Entegrasyondaki zorlukların en son örneği geçen gün Danimarka’da yapılan referandumdu. Avrupa Birliği’nin yargı ve içişleri mevzuatına uyum konusunda referandumdan “Hayır” oyu çıktı. Referandumda “Hayır” kampanyası yürütenlerin sloganı “Daha fazla AB? Hayır, teşekkürler” idi.
AB’nin genişlemesi Hırvatistan’ın üyeliğinden sonra durduruldu. Hırvatistan, Almanya ile özel ilişkileri nedeniyle üye yapıldı. Üye olmayan diğer Balkan ülkeleri beklemede. Ne kadar bekleyecekleri belli değil. Diğer yandan AB içindeki üç büyükten biri olan İngiltere AB üyeliğini sorguluyor. Üyelikte kalıp kalmama konusunda referanduma gidecek. Bu durum AB açısından iyi bir imaj oluşturmuyor. AB’nin kendi içinde yaşadığı sorunlara ek olarak dünya ekonomisi içindeki yeri de eskisi gibi değil. AB’nin ekonomik büyüme oranı sıfıra yakın. Hızla yükselen diğer güçler karşısında bir çok alanda zayıf kalıyor. Rekabet gücünü yitiriyor. Tüm bu sorunlara mülteci krizi eklenince AB Türkiye’yi hatırladı.
Peki, bu ortamda AB’nin Türkiye gibi kendine komşu ülkelere bakışı, vizyonu ne? Komiser Johannes Hahn, AB-Türkiye zirvesi öncesinde bunu “AB sınırlarında dostlar zinciri yaratmak” (a ring of friends) şeklinde özetledi. Türkiye ile yapılacak zirvenin böylesi bir “dostlar zinciri” yaratma çabalarının parçası olduğunu söyledi. AB, kendisi ile yangın yerine dönüşen Ortadoğu arasında yer alan Türkiye gibi büyük ve güçlü bir ülke ile ilişkilerini geliştirmeyi amaçlıyor. Komiser Hahn, ilişkilerde “yeni bir momentumdan” söz etti. Yeni müzakere başlıklarının açılabileceğini ima etti. Ancak tüm bunlar Türkiye’yi AB içine almak için yapılmayacak. Sınırlarda “dostlar zinciri” oluşturmak için yapılacak. Kısacası AB sınırlarına bekçi istiyor. Bunun için bazı tavizler ve para vermeye hazır. Üyelik vermeye hazır değil. İşin püf noktası burada. Ayrıca AB, Kıbrıs gibi kendisi için önemli bazı konularda Türkiye’yi etkilemenin yolunun üyelik havucunu göstermekten geçtiğini iyi biliyor.
AB-Türkiye ilişkilerinin 56 yıllık bir geçmişi var. Üyelik müzakereleri 10 yıldır devam ediyor. Bu süreçte AB hiç bir zaman “Türkiye’yi üye yapmayacağız” demedi ve demeyecek. Böyle bir şey söylediği anda Türkiye üzerindeki etkisini tamamen yitirir. Türkiye de üye yapılmayacağını anladığı halde “Biz üyelikten vazgeçtik” demez. Zor da olsa, yavaş da olsa, müzakereleri ilerletmeye çalışmanın, üyelikten vazgeçmekten iyi olduğunu düşünür. Aradan 10 yıl değil 20 yıl geçse de müzakereleri sürdürmeye çalışır. “Belki bir gün” umudunu korur. Türkiye’nin AB ile ilişkilerini koparmaması, müzakereleri sürdürmesi, fırsat oldukça yeni fasılların açılmasını zorlaması doğru bir yaklaşımdır. AB ile uyum yönünde adımlar atılması, AB standartlarına ulaşmak için reformlar yapılması doğrudur. AB-Türkiye zirvesinin bu açıdan oluşturduğu fırsatları değerlendirmek yerindedir. Aynı zamanda AB üyeliğinin görülebilir gelecekte mümkün olmayacağını, AB’nin amacının sınırlarında “dostlar zinciri” yaratmak olduğunu akıldan çıkarmamak ve pazarlıkları bu temelde yürütmek önemlidir. Gerçekleşmeyecek AB üyeliği için can attığınız mesajını verirseniz sizden istenecek ödünler artar.