Macaristan’da seçimleri kendini “liberal olmayan demokrat” diye tanımlayan ve göçmen karşıtı söylemlerle kampanya yürüten Viktor Orban’ın kazanması otoriter popülizm konusunu yeniden gündeme getirdi. Orban 2010’dan beri Macaristan’ı yönetiyor. Şimdi yüzde 48 oranında oy alarak dört yıl daha iktidarda olacak. Anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaştı. Tabii Orban’ın temsil ettiği eğilim sadece Macaristan’la sınırlı değil. Giderek yaygınlaşan bir eğilim. Bu yazının esas konusu Macaristan’dan çok genel otoriter popülizm eğilimidir. Popülizm zor ve tartışmalı bir konu. Popülizmi inceleyen literatür hızla artıyor. Çeşitli popülist hareketler arasındaki farklılıkları saymak daha kolaydır. Gerçekten aralarında bir çok yönden önemli farklılıklar var. Bu yazıda farklılıklara değil ortak yönlere odaklanacağız.
Popülist hareketlerin en temel özelliklerinden biri tek bir liderin herşeye hakim olmasıdır. Bu hareketlerin merkezinde bir lider vardır. Esas olan odur. Herkes ona tabi olur, biat eder. Bu liderlerin her şeyi kontrol etme isteği güçlüdür. Popülist lider sağdan gelebilir, soldan gelebilir, dinci veya milliyetçi bir ideolojiden gelebilir, zengin olabilir veya zengin olmayan bir geçmişe sahip olabilir. Popülizmde bir tür “kişiye tapınma” ağırlıktadır. Popülistlerin bir diğer ortak özelliği demokrasiyi sadece seçimler olarak anlamalarıdır. Çoğunlukçuluk esastır. Seçimleri kazandıktan sonra bir sonraki seçimlere kadar ülkeyi istedikleri gibi yönetebileceklerine inanırlar. Bunu eleştirenleri “milli iradeye” karşı çıkmakla, ihanetle suçlarlar. Demokrasinin diğer önemli, olmazsa olmaz yönlerinin bastırılması, altının oyulması, içinin boşaltılması, yok edilmesi için çaba harcarlar. Bu çerçevede basın özgürlüğünün, çok sesliliğin düşmanıdırlar. Medyanın iktidarın kontrolüne geçmesini sağlarlar. Kuvvetler ayrılığının zayıflatılması ve sonuçta ortadan kaldırılması, yargı bağımsızlığının rafa kaldırılması, hukuk devletinin guguk devleti haline gelmesi uygulamaları arasındadır. Sivil toplumu etkisiz hale getirme, kendi denetimleri altına alma çabası içindedirler. Muhalifleri karalamak için her yola başvururlar. Repertuarlarında kendileri gibi düşünmeyen, biat etmeyen insanları çeşitli sıfatlarla ötekileştirme, baskı altına alma, korkutma, hapse atma vardır. Toplumu kutuplaştırırlar. Gerçeklerin yerini hamaset alır. Kısacası demokratik sistemi zayıflatırlar, ciddi tahribata yol açarlar. Otoriter bir yapı oluştururlar. Böylece bir sonraki seçimleri kazanmaları kolaylaşır. Günümüzde demokrasinin gerilemekte olduğu ülkeler listesine baktığımızda aralarında popülizmin iktidarda olduğu ülkeleri görürüz. Evrensel ilke ve değerlere karşı çıkan popülizm özgürlükçü demokrasi için bir tehdittir.
Macaristan’da Viktor Orban’ın partisi 2010 seçimlerini kazandıktan sonra siyaset oyununun kurallarını kendi lehine değiştirmeye başladı. Anayasayı değiştirdi. Seçim yasasını değiştirdi. Anayasa Mahkemesinin üye yapısını kendi lehine değiştirdi. Bağımsız medyayı kontrol altına alma çabalarını başlattı. Muhalefet zayıf ve bölünmüş olduğu için bunlara karşı duramadı. Orban 2014 seçimlerini kazanınca daha da cesaretlenerek “liberal olmayan demokrasi” hedefini ortaya koydu. Sivil toplum örgütlerine saldırılarını yoğunlaştırdı. Şimdi elde ettiği seçim başarısından sonra ne yapacağı merak konusu. Macaristan AB ilkelerine uygun bir demokrasi olmaktan hızla uzaklaşıyor. Üstelik Macaristan bu konuda yalnız değil. Polonya benzeri şeyler yaşıyor. Çek Cumhuriyeti sorunlu. Tüm bu gelişmeler Avrupa Birliği için kaygı vericidir. Brexitçilerden farklı olarak Viktor Orban ülkesini AB’den çıkarmak istemiyor. AB’yi değiştirmek, kendine benzetmek istiyor. İçine kapanmış, daha milliyetçi, daha yabancı düşmanı, daha İslamofobik, daha Hristiyan, liberal olmayan bir Avrupa özlemini dile getiriyor. Macar seçmenlerin böylesi bir lidere destek vermiş olmaları durumun vahametini ortaya koyuyor. Orban, AB için bir diken olmaya devam edecek.
Popülistler seçimlerle iktidara gelirler. Ama süreç içinde otoriter bir sistem oluştururlar. Anayasa ve yasalarda yaptıkları değişiklikler, demokrasiye verdikleri tahribat seçimlerin herkes için eşit şartlarda, adil olmasını zayıflatır. Böylece iktidarlarının ömrünü uzatmış olurlar. Macaristan seçimleri serbestti ama adil değildi. Otoriter popülist rejimlerin AB içinde gelişiyor olması özgürlükçü demokrasi için daha büyük bir meydan okumadır. Avrupa demokrasileri bu sorunla nasıl başa çıkacaklar? Başa çıkabilecekler mi? Taha Akyol, Macaristan seçimlerini ele aldığı “Popülizmin zaferi” başlıklı yazısının sonunda “Liberal demokrasinin işi zor, coşkulu popülizmin duvarına çarptıktan sonra yeniden demokrasiye ve rasyonel düşünceye dönülecek sanıyorum” diye yazdı. Umarız bu öngörü doğrulanır. Bunun gerçekleşmesi için mücadele gerekir.