Dünyamızın 5-10 yıl önceki dünyadan farklı olduğunu kabul etmeyen var mı? “Yeni” dünya düzeni henüz oluşmuş değil. Küreselleşmenin sorgulandığı ve geri çevrilmek istendiği, içe kapanma eğilimin giderek ağır bastığı, önemli ticaret anlaşmalarının sorgulandığı, Batı’nın eski gücünü ve birliğini giderek yitirdiği, Çin gibi yeni güçlerin yükseldiği, Brexit, Donald Trump gibi olguların ön plana çıktığı, ileriye değil geriye bakış ve özlemin, milliyetçiliğin, popülizmin güçlendiği bir dünyada yaşıyoruz. İyimserliğin yerini giderek kötümserliğin aldığı bir dönem. Şimdi ön plana çıkan eğilimlerin kalıcı olup olmayacağını bilmiyoruz. Bu gelişmeler dünyanın önemli aktörlerinden olan ve ciddi sorunlar yaşayan Avrupa Birliği’ni nasıl etkileyecek? Ekonomik araştırmalar alanında önde gelen düşünce kuruluşlarından Bruegel “Europe in a New World Order” (Yeni dünya düzeninde Avrupa) başlıklı bir çalışma hazırladı. Avrupa’nın geleceği hepimizi yakından ilgilendirdiği için bu çalışmaya kısaca göz atalım. Daha önce de yazdığımız gibi 2017 AB için sınav yılı olacak. Hollanda, Fransa ve Almanya seçimleri birliğin kaderinde önemli rol oynayacak.
Maria Demertzis, André Sapir ve Guntram Wolff imzalı Bruegel çalışmasının sonunda belirtilen bazı noktaları önce ele almakta yarar var. AB, uluslararası arenada büyüklüğü kadar güçlü değil. Yani büyüklüğü ile gücü ve etkisi orantısız. Bu nedenle görece zayıf bir oyuncu. Bunun nedeni kendi içinde yeterli birliği sağlayamaması, güvenlik konusunda ABD’nin gücüne dayanması ve enerji konusunda dışa bağımlı olmasıdır. 2008 mali krizi sonrasında yaşanan gelişmeler AB dayanışmasını zayıflattı. “Her koyun kendi bacağından asılır” anlayışı ön plana çıktı. Kuzey ülkeleri ile güney ülkeleri arasında sorunlar yaşandı. AB entegrasyon süreci ortak vizyonundan uzaklaşma oldu. İngiltere birliği terketme kararı alıdı. Fransa’nın durumu seçimlerden sonra belli olacak. “Ever closer union” vizyonunun sorunlar yaşadığı, iki vitesli Avrupa görüşünün destek bulduğu bir dönemdeyiz. Ortak bir vizyon, birlik dayanışması olmadan AB’nin güçlü bir oyuncu olması zor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa güvenlik ve savunmasını ABD’nin askeri gücüne dayadı. NATO’da ifadesini bulan ABD güvenlik şemsiyesi Avrupa’yı korudu. AB Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası konusunda çok tartışmalar yapıldı, AB ordusu konusu epey tartışıldı ama sonuçta ciddi adımlar atılmadı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile bir çok Avrupa ülkesi savunma harcamalarını azalttı. AB kendi ordusunu yaratma yerine NATO’ya dayanmayı tercih etti. Trump’ın ABD başkanı olmasına kadar bu sistem çalıştı. Trump “önce ABD” diyor, NATO’yu sorguluyor ve Avrupalıların savunmaya, NATO’ya daha fazla para harcamalarını istiyor. Kendi savunma gücüne sahip olmayan bir aktör uluslararası ilişkilerde güçlü olamaz. Belli ki tehdit algılamasında da Trump yönetimi ile AB yöneticileri arasında farklar var. AB Rusya’dan korkuyor. Trump ise esas rakip olarak Çin’i gördüğü için Rusya ile işbirliğinden söz ediyor. Bu durum devam ederse Batı’nın güvenlik ve savunma alanında şimdiye dek sergilediği birlik derin yara alacak. Trump gerçeği karşısında Avrupalıların kendi güvenlik ve savunma kapasitelerini oluşturmaktan başka seçenekleri yok gibi. Tabii bunun yapılabilmesi için AB içinde ortak vizyon ve daha fazla savunma harcaması gerekecek. AB bunu yapabilir mi? Bu yılki seçimlerden sonra durum netlik kazanacak. İngiltere’nin birliği terketmesi savunma ve güvenlik açısından büyük kayıp olacak.
AB’nin diğer Aşil topuğu dışa ve öncelikle de Rusya’ya olan enerji bağımlılığıdır. Bu bağımlılık AB’nin uluslararası arenada manevra kabiliyetini daraltıyor. AB bunun bilincinde ve Rusya’ya olan enerji bağımlılığından kurtulmak için uzun zamandan beri çalışma yapıyor. Enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışıyor. Tabii enerji konusunda fiyatlar ve taşıma çok önemli. Rus doğal gazı rekabet gücünü koruduğu sürece Avrupa’nın sadece siyasi nedenlerle Rusya’ya sırtını çevirmesi zor. Tüketicilerine en ucuz enerjiyi sağlamakla yükümlü. Ortak Enerji Politikası oluşturuldu ama bu konuda da henüz katedilecek uzunca bir yol var.
AB, global açık ekonomik sistemden yarar sağlıyordu. İçe kapanma, korumacılık eğilimleri AB’nin yararına olmayacak. Bruegel raporu bu durum karşısında AB’nin Dünya Ticaret Örgütü (WTO) sistemini korumak için çalışmasını ve Çin gibi yükselen aktörlerle ekonomik ilişkilerini derinleştirmeyi öneriyor. AB’nin kendi içinde de “sosyal modeli” güçlendirici çalışmalar yaparak popülizmin çekiciliğini sınırlandırması öneriliyor. Belli ki Trump’ın “önce ABD” yaklaşımı AB’de çok ciddi kaygılara neden oluyor. AB’nin reformlara ihtiyacı var. Bu yılki seçimler badiresini atlatabilir ve içte gerekli reformları yapabilirse karşılaştığı sorunları aşarak uluslararası rolünü güçlendirebilir.