Brexit sürecinde başlayan siyasi ve ekonomik belirsizlik, Boris Johnson’un Muhafazakâr Parti’nin başkanlığına gelerek başbakanlığı üstlenmesiyle birlikte derinleşti. Johnson’ın Kraliçe’den hükümet kurma yetkisini aldıktan sonra Başbakanlık konutu Downing Street 10 Numara önünde yaptığı konuşmada, “bütün sorunları çözeceğim bana güvenin”, “AB yeniden görüşmeyi kabul etmezse kendi bilir” havasındaki, realiteyle ilişkisi oldukça sorunlu konuşma da bu belirsizliğin azalmasına katkıda bulunmadı. Belirsizliklerin derinleşmesinin arkasında esas olarak üç neden var.
Birincisi, Brexit sürecinin ülkenin ekonomik sorunlarında ve dış politikasında yarattığı sıkışıklıklarla ilgili. İkinci neden Brexit sürecinde, toplumda hızla derinleşen kutuplaşma, giderek Birleşik Krallık’ın birliğini tehdit eden çelişkiler. Üçüncü neden de bu sorunlarla baş etmesi beklenen yeni Başbakan Boris Johnson’un istikrarsız ve genelde güven vermemekle eleştirilen kişiliği ile ilgili. Johnson’un seçilme koşulları ve Trump ile olan ilişkisi de meşruiyetinin daha şimdiden sorgulanmasına neden oluyor.
Halk oylamasından Brexit çıktığından bu yana İngiltere ekonomisinde bir bekleyiş var. Yabancı yatırımcılar, yerli şirketler yatırımlarını durdurdular, kaynaklarını Brexit sürecine hazırlanmak için harcamaya başladılar. Bu sırada AB piyasasından yararlanmak için İngiltere’de fabrika kurmuş olan Japon ve Çin şirketleri, AB’ye ihracat yapan İngiliz şirketleri, AB’den çıkmak koşulları olumsuz etkileyecekse, hele anlaşmasız çıkılırsa, başka piyasalara göç etmekten, on binlerce işçiyi kapının önüne koymak zorunda kalmaktan söz ediyorlar.
Üç yıl sonra Theresa May’in AB ile yaptığı çıkış anlaşması parlamentoda üç kez reddedildikten, milletvekilleri anlaşmasız çıkmayı geçtiğimiz haftalarda da parlamentoyu askıya alma olasılığını reddeden kararları onayladıktan sonra Brexit süreci tam anlamıyla çıkmaza girdi. Boris Johnson hem geçen yıl boyunca hem de Muhafazakâr Parti başkanlığı için kampanya yürütürken, 31 Ekim’de AB’den anlaşmasız çıkmak gerektiğini savunuyor, başbakan olursa mutlaka çıkacağını söylüyordu. Böylece belirsizlikler “Nasıl?” sorusu etrafında daha da yoğunlaşırken, National Institute of Economic and Social Research (Ulusal Ekonomik ve Sosyal Araştırma Enstitüsü) ekonominin şimdiden daralmaya başladığını, belki de bir resesyona girmiş olabileceğini söylüyor. Independent gazetesinin bir araştırması, Brexit endişelerinin, ekonomik yavaşlamanın fabrika siparişlerini olumsuz etkilediğini aktarıyor.
Office of Budget Responsibility (kamu harcamalarını denetlemekle görevli bağımsız kurum) tarafından hazırlanan bir rapor, AB’den anlaşma olmadan çıkılması durumunda bütçeye yıllık 30 milyar sterlinlik ek yük geleceğini, iki yılda yaklaşık 820 bin kişinin işini kaybedebileceğini, ülke ekonomisinin daha da yavaşlayacağını söylüyordu. OBR, ”felaket tellallığı” yapmakla suçlanmamak için öngörülerini IMF’nin en kötü durum değil, orta yol senaryosuna dayanarak hazırlamış. Dolayısıyla, anlaşmasız gerçekleşecek bir Brexit’in ekonomi üzerinde etkileri çok daha ağır olabilecek. Tüm bunlara karşılık Boris Johnson’ın ekonomik önlemler çantasında ne var henüz bilinmiyor.
Boris Johnson’ı dış politikada da zor günler bekliyor. Johnson’ın Trump ile yakın ilişkilerinin seçeneklerini sınırlamasından kaygı duyuluyor. Bir diğer kaygı da Johnson döneminde, İngiltere’nin ABD projelerine araç olma riskinin artması, örneğin bir Iran savaşına sürüklenme olasılığıyla ilgili.
Muhafazakâr Times gazetesi Johnson’ı Trump’ın ”fino köpeği” olarak betimleyen bir karikatür yayımlarken, yeni başbakanın Trump’ın hakaretlerle eleştirdiği Washington büyükelçisini savunmaktan kaçınmasının dış politika bürokrasisinde büyük güvensizlik yarattığına ilişkin haberler İngiltere basınında yer alan ayrıntılardan.
İngiltere devletini, başbakanlar ve bakanlar bağımsız bir yapıya sahip devlet bürokrasisinin desteğiyle yönetiyorlar. Bu ikili yapı arasındaki uyumsuzluk, devlet krizlerine yol açma riski taşıyor. Devlet bürokrasisinin, dış politika çevrelerinin önde gelen uzmanları, AB’den anlaşmasız bir Brexit ile çıkılması durumunda AB güvenlik yapısının dışına düşülebileceği, ülkenin güvenliğinin riske girebileceği düşünüyorlar.
Brexit halk oylamasıyla başlayan süreç toplumda ırkçılığın, sağ popülizmin yükselmesine büyük katkı yapmış, azınlıklara ve yabancılara yönelik “düşmanca bir iklim” gelişmeye başlamıştı. Aynı dönemde özellikle eğitimli sınıflar arasında, Brexit sürecinin sorunlarının, Brexit oylamasına gidilirken yapılan kimi vaatlerin yalan olduğunun ortaya çıkmasına paralel, “kalmaktan” yana olanların sayısı da artmaya başladı.
İş çevreleri de Brexit konusunda kaygılarını giderek daha yüksek perdeden dillendiriyorlardı. Parlamento da bu iki gelişmeyi yansıtan biçimde, anlaşmasız Brexit olasılığını eski Başbakan Theresa May’ın yaptığı anlaşmayı da yetersiz bularak sürekli geri çevirdi.
Brexit parlamentoda engellendikçe, sağ popülizmin, seçkinlere, yönetici sınıfa yönelik eleştirileri sertleşti, İngiltere milliyetçiliği daha da güçlendi. Bu zeminde muhafazakar parti içinde şekillenen European Research Group (Avrupa Araştırma Grubu) adlı aşırı sağcı grubun meclis içinde etkisi artarken Nigel Farage’ın, kurduğu Brexit partisi Avrupa seçimlerinde büyük başarı kazanarak üçüncü büyük parti konumuna yerleşti.
Boris Johnson’un sağdan gelen bu basınçlar altında yönetmesi, aynı anda Muhafazakar Parti’nin iç dengelerini koruması, Brexit partisine kan kaybettirmemesi gerekiyor. Boris Johnson bu zor durumu Brexit partisinin uzlaşmaz konumunu benimseyerek, “ne olursa olsun çıkacağız” iddiasıyla yönetmek istiyor. Ancak, partinin birliğini koruma çabaları Krallığın birliğini tehlikeye atma riskini de beraberinde getiriyor.
Anlaşmasız çıkış durumunda AB içinde kalan İrlanda Cumhuriyeti, AB birleşik pazarının korunması gerekçesiyle Birleşik Krallık’ın parçası olan Kuzey İrlanda’yla arasına, yeniden fiziki bir sınır koyacak. Bu, güney ve kuzey arasındaki mal ve insan akışını aksatacak, İrlanda’da Katolik ve Protestan cemaatler arasındaki barış anlaşmasının zeminini ortadan kaldıracak, İrlanda’da yeniden birlik tartışmalarını, iç savaşı canlandırma olasılığını gündeme getirecek.
Boris’in bugüne kadar yaptığı açıklamalardan, İrlanda sorununu önemsemediği, bir felaket senaryosunu önlemeye yönelik herhangi bir projesinin olmadığı anlaşılıyor.
İskoçya, 2014’de bağımsızlık için halk oylamasına gittiğinde Brexit sorunu gündemde değildi. Brexit halk oylamasında İskoçya ağırlıklı olarak “kalmaktan” yana oy kullandı. Şimdi, İskoçya Ulusal Partisi başkanı Nicholas Sturgeon, İngiltere yüzünden AB’den çıkmak zorunda kalmayı kabul etmeyeceklerini, ayrılma konusunda yeni bir halk oylamasının kaçınılmaz olduğunu söylüyor.
Benzer bir sorunun ve talebin Galler bölgesinde gelişmesi de olanaklı. Anlaşmasız Brexit durumunda Cebelitarık’ın statüsü de tehlikeye girecek. Kısacası, Boris Johnson’un başbakanlığı partinin birliğini korumaya çalışırken Birleşik Krallığın ‘bütünlüğünün sonunu getirebilecek’ riskleri tetikleyebilecek.
Parlamento çoğunluğu sağlam, meşruiyeti güçlü bir hükümet için bile aşılması çok zor olan bu sorunlarla Johnson gibi Avam Kamarası’ndaki çoğunluğu, meşruiyeti ve karakteri üzerinde büyük soru işaretleri olan bir başbakanın baş etmesi çok zor gibi görünüyor. Boris Johnson, yüzde 71’i erkek, yüzde 97’si beyaz, yüzde 40’ı 66 yaşın üstünde, çoğunluğu güney İngiltere’nin müreffeh bölgelerinde yerleşik, 160 bin parti üyesinin yaklaşık üçte ikisinin oylarıyla parti başkanı seçildi.
Johnson, İngiltere siyasetinin kendi ( 2007’de Brown Blair’den Başbakanlığı devralırken kullandığı) deyimiyle “skandal bir yöntemiyle” başbakan oldu. Ülkenin demografik yapısını temsil etmekten çok uzak bir azınlığın oylarıyla başbakan olmasının yanı sıra, Boris Johnson ülkeyi bu hafta yapılacak ara seçimlerden sonra 1’e inme olasılığı yüksek bir parlamento çoğunluğuyla ve esas olarak Kuzey İrlanda’nın muhafazakâr protestan partisi DUP’nin 10 oyuna muhtaç bir hükümetle yönetmek zorunda kalacak.
Muhafazakar Parti’deki, AB’de kalmaktan yana olan ya da anlaşmasız çıkmaya şiddetle karşı olan üyelerin oylamalarda ne yönde oy kullanacaklarını önceden bilmek de çok zor. Kısacası, Boris Johnson’un kuracağı hükümet, her an azınlığa düşme, kritik parlamento oylamalarında yenilgi, hatta bir güvensizlik oyuyla yıkılma riskiyle karşı karşıya bir hükümet olacak.
Johnson’un meydanlarda çok başarılı bir politikacı olmakla birlikte parlamento koridorlarında manevra deneyiminin son derecede zayıf olması kuracağı hükümetin başarı riskini azaltırken, Boris’in, partisindeki son derecede deneyimli aşırı sağcı politikacıların etkisi altına girme riskini de arttırıyor. Bu ortamda genel olarak Muhafazakâr Parti’yi destekleyen gazetelerde kimi yorumcular da bir erken seçimin gerekli olduğunu savunuyorlar.