Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından 20-21 Eylül 2019 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen “Kıbrıs’ta Son Söz” başlıklı uluslararası konferansın sonuç bildirisi hazırlandı.
İki gün önce TBB Avukat Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen toplantının açış konuşmalarını Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, KKTC Başbakanı Ersin Tatar, KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanı Hasan Taçoy ile TBB Başkanı Av. Metin Feyzioğlu yapmıştı.
İki gün devam eden toplantının ardından hazırlanan sonuç bildirisi şöyle:
“Kıbrıs konusu, sadece ‘Doğu Akdeniz’in kontrolünde kimlerin etken olacağı’ değil, doğrudan Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Halkının güvenliği ve refahı konusudur. Özetle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC), Mavi Vatan’ın ve Ana Vatanın da kaderini etkileyecek önemi haizdir.
Doğu Akdeniz’in yeni jeostratejisi ve jeoplolitiği içinde Türkiye ve KKTC, Kıbrıs stratejisini gözden geçirmek ve temel değişikliklere gitmek zorundadır.
Her şeyden önce; KKTC’nin güvenliği Türkiye’den başlar. Türkiye’nin güvenliği Kıbrıs’tan başlar.
Bu; vazgeçilmez, değiştirilmez, değiştirilmesi teklif bile edilemez temel kuraldır.
Buna şu kuralı da aynı kuvvetle ilave etmek durumundayız:
Kıbrıs Türkü’nün refahı Türkiye’den başlar. Türkiye’nin refahı KKTC’nden başlar.
Bu düşüncelerle “Kıbrıs’ta Son Söz…” başlıklı bu toplantı Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından toplumsal sorumluluk gereği “Kıbrıs’ta hak ve çıkarlarımızı gözetecek şekilde yeni bir yol haritası oluşumuna katkı” amacıyla düzenlenmiştir. Ayni düşüncelerle bu toplantı, sahaya çok daha sağlam hukuki argümanlar üretilmesine katkıda bulunmak için gerçekleştirilmiştir.
Kıbrıs uyuşmazlığı, Rum/Yunanlıların, Helenizm ideolojisine bağlı olarak Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege’de egemenlik alanlarını genişletme ve Doğu Akdeniz’de gözlenen ve giderek büyüyen “deniz yetki alanları ihtilafı” nedeni ile iki halk arasında bir mesele olmanın çok ötesine geçmiştir. Dünyanın en stratejik bölgelerinden birinde yaşanan bu rekabet ve çekişmeler arasında kalan Kıbrıs Adası’nın siyasi geleceği, bir anlamda dünya dengelerinin yeniden kurulmasına yol açabilecektir.
İçinde bulunduğumuz koşullarda 1977-1979 Doruk Anlaşmaları ve Kıbrıs uyuşmazlığının çözümüne ilişkin BM parametreleri artık yeterliliğini yitirmiştir. Nitekim 42 yıldır devam eden federal ortaklık müzakerelerinden sonuç alınamamıştır. Bunun ana nedeni Rum ve Yunan taraflarının Helenizm idealinin etkisi altında mutlak siyasi eşitlik temelinde yetki paylaşımını, iki halkın ayrı coğrafya zeminine sahip olmasını ve Garanti ve İttifak Antlaşmalarını reddetmesidir.
20-21 Eylül 2019 tarihleri arasında gerçekleşen “Kıbrıs’ta Son Söz” toplantısında gerçekleştirilen oturumlarda ortaya çıkan ana fikirler şöyle özetlenebilir:
1977-1979 Doruk Anlaşmalarında öngörülen iki kesimli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe bağlı federal ortaklık hedefinin, 42 yıldır süren başarısız müzakereler sonunda hüküm süren siyasi, sosyal, ekonomik ve psikolojik koşullar nedeni ile Kıbrıs için uygun bir uzlaşı modeli olamadığı görülmektedir.
Bu koşullarda Rum tarafı ile ancak federasyon dışındaki alternatif çözüm modellerinin ele alınacağı bir müzakereye girilmesinin uygun olacağı, bu noktadan sonra uygulanabilir ve sürdürülebilir olmayacağı görülen federal ortaklık görüşmelerine bırakıldığı yerden ve/veya Guterres Belgesi çerçevesinde devamın ciddi bir hata olacağı değerlendirilmiştir.
Mevcut çıkmazın aşılabilmesi için Kıbrıs Türk tarafının Rum tarafına rahatlık kazandıran statükonun değişmesini sağlayabilecek girişimler planlamasına ve uygulamasına ihtiyaç olduğunun altı çizilmiştir. Türk tarafının son dönemde Türkiye’nin Kıta Sahanlığı ile KKTC’nin TPAO’ya verdiği lisans alanlarında sondaj çalışması başlatması ve Kapalı Maraş’ı KKTC yönetiminde eski sakinlerinin dönmelerine açma projesi, bu yönde atılan isabetli adımlar olarak görülmektedir. Bunlara benzer yeni adımların eklenmesi isabetli olacaktır. Diğer yandan Kıbrıs Evkaf İdaresinin Maraş bölgesindeki vakıf taşınmazlar ile ilgili hakları hassasiyetle korunmalıdır.
Ne yazık ki üçüncü taraflar mevcut çıkmazın aşılmasını sağlayacak adımların atılmasına katkı koymamaktadır.
Çıkış yollarının ele alındığı bu uluslararası konferansta federal ortaklık hedefine ulaşmada karşılaşılan aşılması imkânsız engeller nedeni ile Kıbrıs Türk Halkı’nın bağımsız egemen eşitliğini gözetecek şekilde en iyi seçeneğin iki devletli çözüm olduğu, bunun için KKTC’nin siyasi ve ekonomik görünürlüğünün ve saygınlığının yükseltilerek zaman içinde uluslararası tanınmışlığının pekiştirilmesinin en doğru yol olacağı değerlendirilmiştir. Bu maksatla uygun koşullarda Rum tarafı ile alternatif bir çıkış olarak “kadife ayrılık” yolunun denenebileceği tartışılmıştır. Sonuçta, KKTC’nin 36 yaşında, kendi toprakları üzerinde egemen bir devlet olduğuna işaret edilmiştir. Kıbrıs Rum tarafının yıllardır olası yeni bir ortaklık devletine Kıbrıs Türk tarafını egemen eşit kurucu ortak olarak değil azınlık olarak eklemek istemesinin Türk Milleti’nce kabul edilmesinin mümkün olmadığının altı çizilmiştir.
Bütün bu gerçeklerin kapsamlı ve süreklilik arz eden tanıtım kampanyaları ile uluslararası kamuoyuna daha etkin bir şekilde anlatılması gerektiğine vurgu yapılmıştır.
Kıbrıs’ta 1963 yılında Rum tarafının bozduğu hukuki düzenin meşrulaştırılması ve bu bozuk düzenin devamında Birleşmiş Milletler Teşkilatının payı bulunduğuna dikkat çekilmiştir.
Doğu Akdeniz’de yeni enerji politikaları ve girişimleri oturumunda; Doğu Akdeniz gibi yarı kapalı denizlerde yetki alanlarının belirlenmesinde deniz hukuku ve içtihatlara göre tüm paydaşların hakkaniyet çerçevesinde haklarının gözetilebilmesi için mutabakata varılmasının gereği vurgulanmıştır.
Deniz hukuku ve içtihatlara göre ayrıca hakkaniyet ilkesinin gözetilebilmesi için kıtalara yakın adaların deniz yetki alanlarına sınırlamalar getirilmektedir. Bunun için de hudut belirlemede deniz sahilinin uzunluğu ve nüfus gibi faktörlere bakılmaktadır. Örneğin Türkiye’nin ana kıtasından 2 km mesafede olan Meis gibi üzerinde sadece 300 kişinin yaşadığı küçük bir adanın kıtalar ile eşit hak sahibi olamayacağına dikkat çekilmiştir.
Keza, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar henüz mutabakatla paylaşım gerçekleştiremedikleri için Kıbrıs’ta deniz yetki alanlarının ortak mal sahipliğinin devam ettiğine işaret edilmiştir.
Oturumlarda ayrıca aşağıdaki hususların altı çizilmiştir: