Sovyetler Birliği ve ona bağlı “sosyalist” ülkelerde işletmelerin ezici çoğunluğu zarar ederdi. Gelirleri giderlerini karşılamazdı. Zararda olan bu işletmeler hiç iflas etmezdi. Sovyet sisteminde iflas diye bir kurum yoktu. Devlet aksi yönde karar vermediği sürece zarar eden işletmeler varlıklarını sürdürürlerdi. Bütçelerindeki açık devlet tarafından karşılanırdı. Kaynaklarını verimli olmayan işletmeleri ayakta tutmaya (ve savunmaya) harcayan Sovyet devleti malum olduğu üzere kendisi iflas etti. Sübvansiyonlarla yaşatılan işletmeler sadece Sovyet sisteminde yoktu. İthal ikame kalkınma modellerinde de benzeri sorunlar vardı. Sonuçta böylesi ekonomilerin ve işletmelerin çoğu tarihe karıştı.
Kıbrıs'ta ekonomik yapımıza ve kamu sistemimize baktığımda aklıma hep Sovyet modeli gelir. Bizde tek tek işletmeler iflas edebilir ve eder. Ama bir bütün olarak ülke ekonomisi ve kamu maliyesi iflas edemez. Açık Türkiye tarafından kapatılır ve yolumuza devam ederiz. Gelirlerimiz giderlerimizi karşılamasa da açığın Türkiye tarafından kapatılacağının bilinci ile rahatımıza bakarız. Devlet sübvansiyonu ile ayakta duran bir işletmenin tüm zayıflıklarını bizim sistemimizde de görmek mümkün. Böylesi hatalı bir ekonomik altyapı üzerinde yükselen siyaset benzeri sorunları barındırır. Siyasetimizin sorunlarının ana kaynağı buradadır. Kamu maliyesi ve ülke ekonomisini ayakları üzerinde duracak bir yapıya kavuşturmadığımız sürece ekonomimiz ve siyasetimizle ilgili şikâyetler devam edecek. Böylesi bir vizyon ortaya koymayan siyasi partiler geçmişi yeniden üretmeye mahkûmdurlar. İyi niyetli olsalar da, esas soruna doğru teşhis koymadıkları ve gerekli acı verici tedaviye başlama cesaretini göstermedikleri sürece durum değişmez.
Kıbrıslı Rumlar çok büyük bir ekonomik kriz yaşıyorlar. Ancak, bizimle önemli bir farkları var. Gerekli acı verici önlemleri almazlarsa iflas edecekler. Troyka onlara 10 milyar Euro verdi ama bu kredidir ve geri ödemeleri gerekiyor. Troyka, bu krediyi verirken hastalıklı ekonomik ve kamu yapısının düzeltilmesi için bir dizi önlem dayattı. Kıbrıslı Rumlar bu önlemleri hayata geçirmeye başladılar. Kamu harcamalarında ciddi kesintiler yapılıyor. Bazı KİT’ler kapatıldı. Bazıları özelleştirilecek. İflas etmiş ve Merkez Bankası’nın aktardığı paralarla ayakta durabilen Laiki Bankası’nın kapısına kilit vuruldu. Devlet yardımı ile ayakta durabilen Kıbrıs Hava Yolları küçültülüyor. Kendi ayakları üzerinde duramazsa iflas edecek. Alınmakta olan tüm önlemleri sıralamaya gerek yok. Bu önlemlerin uygulanması sürecinde toplum büyük sıkıntılar yaşayacak. Fakat 5-10 yıl sonra kendi ayakları üzerinde duran bir yapıya varacaklar. Şimdi uygulanan disiplin sonuç getirecek çünkü başka çareleri yok.
Bizim sorunumuz Kıbrıslı Rumlar gibi zor bir yeniden yapılanma sürecine girmek istemememiz ve buna zorlanmamamızdır. İflas etme tehlikemiz yok. Bu durumda “anneden geçinen” toplum olma özelliğimizi ve bunun yarattığı sorunları yaşamaya, bu bize hatırlatıldığı zaman da bağırıp çağırmaya, alınganlığa devam edeceğiz. Kıbrıslı Rumlar bir noktada düze çıkacak ama biz çıkamayacağız. Türkiye büyük bir devlet ve biz çok küçük olduğumuz için bize sübvansiyonu sürdürebilir. Sovyetler Birliği gibi çökmez. Ama uzun vadede bu ne bizim, ne de Türkiye’nin çıkarınadır. Yardımlarla ayakta durmak kolaycılıktır. Bizi içten kemiren bir yapıdır. Zor olan “ayaklarını yorganına göre uzatan” bir yapı oluşturma, bunun için gerekli yapısal reformları gerçekleştirmektir. Şimdiye dek bu yönde hazırlanan programlar siyasi hesaplara kurban edildi. Değişime ciddi karşı çıkış da var. Siyasi yapıdan en çok şikâyet edenler, sağlıksız ekonomik ve kamu yapısına dokunulmasına en fazla karşı çıkanlardır. Sol sloganlar ve Türkiye karşıtlığı kamuflajı altında mevcut durum korunmak isteniyor. “Kendi kendimizi yönetelim” diyorlar ama bunun ekonomik altyapısının oluşturulmasına hiç yanaşmıyorlar. Gerek Türkiye’nin, gerekse bizim artık bu konuda karar vermemiz gerekiyor. Şimdi olduğu gibi mi devam edeceğiz, yoksa sürdürülebilir bir yapıya mı geçeceğiz? Zorlanmadan Sovyetik yapıyı değiştirmek isteyeceğimizi sanmıyorum. Bize de bir Troyka lazım.
Konunun uluslararası yönü de önemli. Uluslararası statümüzün sorunlarından biri tanınmamış olmaksa, diğeri de Türkiye’ye aşırı bağımlılıktır. Malcolm N. Shaw’un “Uluslararası Hukuk” kitabının 213. sayfasında “the very heavy dependence of the territory upon Turkey”, yani Türkiye’ye ağır bağımlılıktan söz edilir. Tanıyıp tanımama devletlerin yetkisindedir. Uluslararası topluluk Kıbrıs sorununa iki bölgeli, iki toplumlu, federal bir çözüm bulunmasını istiyor. Aşırı bağımlılıktan kurtulmak ise bizim ve Türkiye’nin elinde. Kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi ve sağlıklı bir siyasi yapı yaratabilirsek hem Türkiye ile ilişkilerimiz daha sağlıklı bir temele oturacak, hem de Kıbrıslı Rumların ve dünyanın bize bakışı değişecek. Adam yerine konacağız. Çözüm durumunda federal yapıya girerken kendimize güvenimiz artacak.
Memeden kesilme zamanı gelmedi mi? 28 Temmuz erken seçimleri bağlamında tartışılması gereken esas konu budur.