Site icon Londra Gazete

Yine Godot’yu beklerken

    Kıbrıs’ın iki kesiminde de milli spor haline gelen “Kıbrıs sorununda önemli gelişmeler olabilir, hazırlıklı olalım”, “Çözüm girişimleri eşiğindeyiz”, “Çözüme yakınız”, “Büyük güçler bir şeyler pişiriyor” senaryoları yine hız kazandı. Bir kez daha “önemli gelişmeleri” bekleme moduna girdik (veya girmemiz isteniyor.) Yine Godot’yu bekliyoruz. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Alexander Downer’in adaya gelmesi ile bu beklentiler daha da artabilir. Downer’in her gelişinde bunları yaşarız ama huyumuzdan vazgeçmeyiz.  

    İyi de, sonuçta bir şey olacak mı? Hayır, hiçbir şey olmayacak. Önemli gelişmeler arifesinde miyiz? Hayır, böyle bir şey yok. Amerikalılar ve İngilizler bir şeyler mi hazırlıyor? Hayır. Bu bizim hüsnü kuruntumuz. Kıbrıslı Rumların ekonomik krizi çözümü yakınlaştıracak mı? Hayır, tam tersine uzaklaştırıyor. Bu kriz çözümü kolaylaştıracak mı? Hayır. Bölgemizdeki enerji kaynakları konusu ile ilgili gelişmeler çözümü kolaylaştıracak mı? Büyük olasılıkla zorlaştıracak ve gerginliklere yol açacak. Müzakereler yakında başlayacak mı? Hayır, yakında başlamayacak. (Kasulidis bunu çok net bir şekilde ortaya koydu. Rum tarafının görüşlerini merak edenler Kasulidis’in El Cezire televizyonu ile geçen günkü söyleşisini izlesinler. Bilinen klasik görüşler. Yeni bir şey yok.) Müzakereler belki yılsonuna doğru başlar. Peki, müzakereler başlarsa kısa sürede sonuç alınacak mı? Zayıf olasılık. Uzayıp giden yeni bir müzakere süreci olasılığı daha güçlüdür. Kısacası, yakında Kıbrıs sorununa ilişkin önemli gelişmeler beklenmemeli. Yabancıların Kıbrıs’a çözüm dayatması falan olmayacak. Tarafların anlaşması gerekiyor. Bu da zordur. Daha uzun süre Kıbrıs sorununu konuşmaya (ve senaryolar üretmeye) devam edeceğiz. Kapıların açılmasından 10 yıl ve referandumlardan 9 yıl sonra ne kadar mesafe alındı?      

    Konusu ne olursa olsun, yapılan analizlerin hayat ve pratik tarafından doğrulanıp doğrulanmadığı çok önemlidir. Hele konu ülkenin geleceği ise daha da önemlidir. Bizde bu yön maalesef eksiktir. Bugün yazılanlar, söylenenler bugüne aittir. Pratik tarafından doğrulanıp doğrulanmadığını kimse araştırmaz. Örneğin şimdi “önemli gelişmeler arifesindeyiz” diyenlere bir süre sonra “Yaptığınız değerlendirmeler doğrulandı mı?” sorusu sorulmayacak. Şimdiye dek soruldu mu? Yazılanlar, söylenenler unutulup gidiyor. Toplumsal hafızamız balık hafızası. 40 yıla yakındır işler böyle devam ediyor. Bundan sonra da değişeceğe benzemiyor. Kahve falı türü analizlere devam. Herkes Kıbrıs sorunu uzmanı ama hayatın doğruladığı Kıbrıs değerlendirmeleri maalesef az.  

    Okuduğum son analizler içinde en eğlencelisi “NATO’cu çözüm tehlikesi” uyarısıydı. Çok merak ediyorum. Çözümün “NATO’cu” olup olmamasının kriterleri nelerdir? Örneğin Annan Planı NATO’cu muydu, değil miydi? NATO’cuysaydı solcularımız niçin destekledi? NATO’cu değilseydi, niçin değildi? Sonuçta arkasında NATO’nun patronu ABD ve üyelerinin neredeyse tümü NATO üyesi olan AB yok muydu? Türkiye ve Yunanistan olmadan çözüm olamaz. İkisi de NATO üyesi. AB üyelerinin ezici çoğunluğu NATO üyesidir. AB ile NATO arasında savunma alanında çok sıkı işbirliği var. AB, savunmasını NATO’ya havale etmiş durumda. Bu çerçevede, çözümden sonra, AB üyesi federal Kıbrıs savunma konularında NATO ile çok yakın işbirliği içinde olacak. Belki gün gele NATO üyesi de olacak. Bulunacak her çözümün varacağı nokta budur. Yani çözüm olacaksa “NATO’cu” olacak. Bundan korkanların haberi olsun.        

     Hadi solcularımızın “Önemli gelişmeler arifesindeyiz” değerlendirmelerine alıştık.  Hep önemli gelişmeler beklentisi içindedirler. Süreçleri “sürükleme” heveslisidirler. Onları anlıyorum da şimdi sağ kesimden de “çözüme her zamankinden fazla yaklaşıldığı” değerlendirmeleri duyuluyor. Bu ilginç. Acaba nasıl yaklaşıldı? Bu analizler ciddi mi?

    Kıbrıs sorunu ile ilgili gerçekleşmeyen senaryolar üretme konusunda şampiyonluk elbette Kıbrıs Rum medyasına aittir. Kimse bu şampiyonluğu onlardan alamaz. Bıkmadan, usanmadan, hayal güçlerini zorlayarak, gerçekleşmeyecek senaryolarla toplumu “beslemeyi” sanat haline getirdiler. İşin ilginç yanı, bizdeki senaryoların bir kaynağı da Rum basınında yazılanlardır. Sütten dili yananlar her nedense yoğurdu üfleyerek yemiyor.   

    Elbette, herkes istediği değerlendirmeyi yapmakta, istediği senaryoları üretmekte özgürdür. Zaman kimin haklı olduğunu gösterir. Ancak kamusal alana yansıtılan görüşlerin pratik tarafından doğrulanıp doğrulanmadıklarının denetlenmesi, sorgulanması gerekir. Bu yapılırsa, herkes analizlerini daha gerçekçi temellere oturtma ihtiyacını hissedecek. Analizlerin kalitesi artacak.   

 

 

 

 

Exit mobile version