Hikmet terapiye geldiğinde, kötüleşen ilişkilerinden dolayı karısının evi aniden terketmesinin üstünden 11 sene geçmişti. 36 yaşında olan Hikmet daha sonra akrabalarınn tanıştırdığı birkaç kadınla kısa süreli çıkmasına rağmen onlara sürekli şüpheci bakması nedeniyle bir türlü evlenememiş ve bir süre sonra da kadınların hepsinin “fahişe” olduğu inancına saplanmıştı. Terapiye geliş nedeni uzun süreli depresyonunun ağırlaşmasıydı. Kadın olsun erkek olsun herkesten uzak, kızgın ve toplumdan kopuk bir yaşantı açmazına girmiş çıkamıyordu.
İlk seansları, hayatına giren kadınların hemen hepsinin bir şekilde onun güvenini nasıl istismar ettiklerini anlatarak geçirdi. Aslında Hikmet evlenmeden hatta evliliğinin ilk yıllarında kadınlara eşitlikçi bakabilen biriydi ona göre. Her ne kadar ev işlerini paylaşacak kadar “kılıbık” olmasa da karısının çalışıyor olması yüzünden bazı arkadaşlarının dalga geçmesi umrunda değildi. Hikmet’in çalıştığı yerde daha önceden saygı duyduğu kadınlar da dahil olmak üzere çevresindeki bütün kadınlara birden düşman olması sadece girdiği depresyon rahatsızlığıyla açıklanabilir miydi?
Kadın düşmanlığının İngilizcede karşılığı “misogyny”. İnsanbilimci D. Gilmore’a göre en ilkel çağlardan bu yana sürekli var olan cinsiyetçilik, günümüz dünyasında bütün farklı sistem, kültür, dinlere sahip toplumlarda değişik boyutlarda da olsa görülen bir olgu. Hatta erkek ve kadının dış görünüş ve sorumluluk alanında birbirlerine çok benzediği (androgynous) Malay yarımadasındaki Semai toplumunda bile adet gören bir kadının bir ırmağa girmesi halinde bir kaplana dönüşeceği korkusu kadına dair duyulan korkunun ve dolayısıyla cinsiyetçiliğin vardığı boyutları gösterdiğini söylüyor Gilmore.
Erkeklere yönelik terapi çalışmalarıyla tanınan psikoterapist A. Juke “Erkekler kadınlardan neden nefret ederler? ” adlı kitabında aslında kendisi de dahil her erkeğin potansiyel olarak kadın düşmanı olduğunu ve bu düşmanlığın derecesinin de anneyle çocuğunun, bebeklikte ve yürümeye başladığı çağlarda içgüdüsel olarak kurulan ilişkilerinin kalitesiyle bağlantılı olduğunu açıklıyor. Elbette bu yorumda, annenin suçlanarak, kadın düşmanlığını açıklıyayım derken daha fazla kadın düşmanlığı yapılıyor olması amaç değil. Juke’a göre, Freud’un zamanından bu yana psikolojiden sinirbilime kadar bir çok alanda yapılan sayısız araştırma kanıtlıyorki annenin ya da o rolü üstlenen kişinin besleyebilme, koruma ve sevebilme işlevlerinde elde olan ya da olmayan (hastalık gibi) nedenlerle oluşan kesintiler, mantıksal değerlendirme kapasitesi henüz gelişmemiş bebekte reddedilme ve bağımlı hale gelmişken yüzüstü bırakılma duyguları yaratıyor. Juke özellikle erkek çocukların bir daha hiçbir kadına kendi üstlerinde böyle bir kontrol gücünü bırakmamak için yetişkinliklerinde (kimi zaman ev içi şiddete de dayanan) aşırı kontrolcü hale dönüştüklerini belirtiyor. Hatta Juke eğer bazı erkeklerin kadınlar üstünde kendilerini güvende hissedecek kadar kadar kontrol mekanizması yaratamamışlarsa çocuklarıyla bile iyi bir ilişki kuramayıp evi terketme olasılıklarının yüksek olduğunu iddia ediyor.
Hikmet ile yaptığımız 15 seanslık kısa süreli terapi çalışması ilk kızgınlığı ve içine kapanmayı az da olsa aştıktan sonra bir tıkanma sürecine girdi. Uzun süredir görmediği annesini ziyaret için kısa bir ara veren Hikmet ile aradan sonra ilk bir kaç seansta annesi ve kızkardeşleriyle olan ilişkisinin değerlendirmesini yaptık. Hikmet artık kadınlara olan kızgınlığını ayrıca ifade etmiyor herkese olan kızgınlığın bir parçasına dönüştürüyordu. Geriye kalan birkaç seansta daha çok depresyonu davranışsal olarak aşabilme yollarını konuşarak seansları bitirdik.
Gördüğüm erkek danışanların büyük bir kısmında kadın düşmanlığının biçimleri arasında; doğrudan nefret etmekten fiziksel/duygusal/cinsel/ekonomik vb. tacize dayalı baskı kurmaya ya da kadının cinsel gücünden korkup kızgınlığı pasif agresif bir biçimde dışarı vurmaktan şaka gibi gözükse de değer vermeyip aşağılamaya kadar değişik dışa vurma biçimleri vardı. Bir erkek olarak ben de zaman zaman kendimde buna benzer yanların olabileceğini farkedebiliyor ve bir yanıyla toplumun bir yanıyla kültürün ve kimi diğer etkenlerin çok derin yerleştirdiği kadın düşmanlığını değiştirmenin hayat boyu sürecek farkındalıktan ve mücadeleden geçtiğine inanıyorum.
Birlikte çalıştığım erkek danışanlardan birkaçı dışında hemen hiçbiri Juke’ün kadın düşmanlığının aşılabilmesi için yaptığı; kadının da erkek gibi maddi ve manevi açıdan bağımsız olabilme kapasitesiyle daha eşitlikçi bir ilişki kurulması gerektiği önerisini kabul etmeye hazır değildi.
Bir sonraki yazımda kadınlar tarafından içselleştirilen kadın düşmanlığı hakkında yazacağım.
Not: Bu yazıda terapi sürecini ve hayat öyküsünü paylaştığım danışanımdan izin alınmıştır aynı zamanda kimliğini saklamak için isim de dahil olmak üzere kimi ayrıntılar değiştirilmiştir.