2019 yılı Avrupa Birliği’nin aşırı sağla, popülizmle sınavı açısından kritik bir yıl olacak. Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri 23 Mayıs’ta başlayacak. Brexit Mart ayı sonunda gerçekleşecekse İngiltere bu seçimlerin dışında olacak. Avrupa’daki aşırı sağ, popülist partiler Avrupa Parlamentosu seçimlerine büyük önem veriyorlar. Amaçları parlamentoda mümkün olduğunca daha fazla sandalye kazanarak karar alma süreçlerini kendi düşünceleri doğrultusunda etkilemek. Yapılan tahminler aşırı sağın AP’de gücünü artıracağı yönünde. Bu artışın ne kadar olacağı önemli. Ciddi bir artış Avrupa entegrasyonu çabalarını olumsuz yönde etkileyecek. Anketler AB düzeyinde yüzde 20 civarında oy alabileceklerini gösteriyor. Bu küçümsenmeyecek bir rakam. Seçimlere yönelik hazırlık çalışmaları başladı ve giderek yoğunlaşacak. Geçmişte AP seçimleri fazla heyecan uyandırmıyordu. Bu kez farklı olacak gibi.
Alman Der Spiegel dergisi sitesinde yer alan “Europe’s Right Wing Takes Aim at the EU” başlıklı yazıda konu detaylı olarak inceleniyor. Halen popülist, aşırı sağ partiler Avrupa’da önemli kazanımlar elde etmiş durumda. İtalya, Avusturya, Macaristan, Polonya, Slovakya, Danimarka ve Finlandiya’da böylesi partiler ya iktidardalar, ya da hükümeti destekliyorlar. Elbette Avrupa genelinde bu grup içinde yer alan partiler her konuda görüş birliği içinde değiller. Farklı konularda farklı fikirlere sahipler. Avrupa Parlamentosu’nda tek bir grup içinde değiller. Avrupa tarihi aralarında işbirliğini zorlaştırıyor. Örneğin Polonyalı popülistler Alman aşırı sağına güvenmiyorlar. Moskova ile yakın ilişki içinde olan Avusturya aşırı sağına güvenmeleri de mümkün değil. Avrupa çapında bir “aşırı sağ enternasyonal” yaratma vizyonu elbette var ama bunu hayata geçirmek kolay değil. Donald Trump’ın eski stratejisti Stephen Bannon Avrupa aşırı sağını birleştirmek için çaba harcıyor. Bu amaç için epey para harcanıyor. Bannon “The Movement” (Hareket) isimli bir örgütlenme başlattı. Avrupa’da dolaşarak önde gelen popülist, aşırı sağ liderlerle görüşüyor. Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde herhalde çalışmalarını yoğunlaştıracak. Avrupalı aşırı sağcılar bir Amerikalının kendilerine akıl hocalığı yapmasını içlerine sindirecekler mi? Göreceğiz. Bannon’un işi kolay değil.
Avrupa Parlamentosu seçimleri yaklaşırken Avrupalı seçmenler için göç ve mülteciler konusu en önemli konu olmaya devam ediyor. Propagandalarını mülteci karşıtılığı üzerine kuran aşırı sağ, popülist partiler için bu bir avantaj. Der Spiegel yazısında aktarıldığı gibi Eurobarometer anketlerine göre AB ülkelerindeki vatandaşların yüzde 62’si AB üyeliğinin “iyi bir şey” olduğunu düşünüyor ama yüzde 50’si “işlerin ters yönde gittiğini” belirtiyor. Dolayısıyla aşırı sağ, popülist güçler önümüzdeki seçimlerde de mülteci karşıtı söylemlerine devam edecekler. Avrupa entegrasyonuna karşı “uluslar Avrupası” vizyonunun propagandasını yapacaklar. Avrupa’da “çoğunluğun sesi” olduklarını iddia edecekler. Fransa’dan aşırı sağcı Marine Le Pen, konuşmalarında “uluslar Avrupası” vurgusu yapıyor. Demokrasinin sadece ulus devlet içinde hayata geçirilebileceğini savunuyorlar. Dolayısıyla Avrupa Parlamentosu seçimlerinde iki Avrupa vizyonu çatışacak. Bildiğimiz AB vizyonu ile aşırı sağın vizyonu.
AB üyesi tek tek ülkelerde aşırı sağın başarı veya başarısızlığı farklı olacak. Macaristan, Polonya, Avusturya, İtalya gibi ülkelerde ve diğer bazı ülkelerde iyi sonuçlar alabilirler. Kıyasıya bir seçim mücadelesi olacağına kuşku yok. Bir bakıma Avrupa’nın geleceği belirlenecek. Seçimlerden sonra aşırı sağ partilerin AP’de hangi gruplar içinde yer alacakları da önemli. AP seçimlerinin sonuçları aşırı sağın Avrupa entegrasyonuna ne kadar engel çıkarabileceğini, ne kadar sorun yaratabileceğini belirleyecek. Avrupa önemli bir kavşakta diyebiliriz. Aşırı sağ, popülist partilerin yaşlı kıtada kök salması, güçlenmesi demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukuk devleti yani AB’nin savunuculuğunu yaptığı tüm değerler için tehlike oluşturmaktadır. Umarız Avrupalı seçmenler bu tehlikenin daha da güçlenmesine izin vermezler. Avrupalılar iki dünya savaşının sonuçlarını hatırlamalılar. 1929 ekonomik krizi sonrasında faşizmin iktidara gelmesinin sonuçlarını hatırlamalılar. Sonuçta İtalyanlar, Almanlar faşist partileri seçimlerle iktidara getirmişti. 2008 mali krizi sonrasında benzeri bir hataya düşülmemeli. Aşırı sağa, popülizme, hoşgörüsüzlüğe, otoriterliğe karşı çıkma, sesimizi yükseltme zamanıdır. Avrupa Parlamentosu seçimleri yaklaşırken aşırı sağın, otoriterliğin oluşturduğu tehlike küçümsenmemeli.