Site icon Londra Gazete

Dış güçler

Yunanistan’da Albaylar Cuntası diktatörlüğünün yıkılmasının 40. yıldönümü yaklaşıyor. Dört yıldan beri korkunç bir ekonomik kriz yaşayan, faşizmin güçlendiği bir ülke olarak Yunanistan ve halkı, 1967’den 1974’e kadar askeri diktatörlük altında yaşamanın nedenlerini ve sonuçlarını tartışacak. Bu yazıda ele almak istediğim esas konu Yunanistan’da askeri diktatörlük kurulmasının nedenleri değil, halkın bu konudaki inançları ve bunun Kıbrıs’ta hem Kıbrıslı Rumlar, hem de Kıbrıslı Türkler arasında yaygın olan düşünce tarzı ile benzerlikleridir.

Geçtiğimiz günlerde London School of Economics’te “40 Years after the Collapse of the Greek Junta: Reflections on its historical significance” (Yunan Cuntası’nın yıkılmasından 40 yıl sonra: Tarihi önemi üzerine düşünceler” konulu bir panel gerçekleştirildi. Panelde konuşan Atina Üniversitesi’nden Prof. Evanthis Hatzivassiliou, önemli bir noktaya parmak bastı. 1967’de darbe gerçekleştirildiği zaman Yunan halkının geniş kesimleri bunun Amerikalılar tarafından yapıldığına inanıyordu. Bu temelde ülkede Amerikan ve Batı karşıtlığı güçlendi. Ülkenin siyasi kültürü bundan etkilendi. Darbenin CIA tarafından düzenlendiği düşüncesi Yunan halkı arasında günümüzde de hala yaygın. Prof. Hatzivassiliou, bu değerlendirmelerin bilimsel araştırmalar tarafından doğrulanmadığına dikkat çekiyor. Amerikan ve İngiliz arşivlerinde yapılan yeni araştırmalar darbenin çok daha karmaşık bir olay olduğunu, Amerikalılar tarafından dayatılmadığını gösteriyor. Darbenin kaynakları esas olarak içteydi. 1960 ortalarında Yunan siyasi sisteminin iç çöküşünün sonucuydu. Cunta, Yunan ordusunun bütününün bir dayatması da değildi. Küçük bir grup subayın konjonktürü kullanarak devlete el koymasıydı. Bu subaylar alt rütbeli, milliyetçi kişilerdi. Soğuk Savaş koşullarında iktidarlarını güçlendirme ve uluslararası destek almada anti-komünizmi araç olarak kullandılar. Prof. Hatzivassiliou, bu konuda geniş bir bibliografya var olduğuna işaret ediyor. Darbe, Yunan siyasi sisteminin başarısızlığının, krizinin sonucuydu. Yani, esas sorumluluk içteydi.

İç ve dış gelişmeleri “dış güçlerin komplosu” olarak görmek Kıbrıs’ta da yaygın değil mi? Kıbrıslı Rumlar arasında yaygın olan anlayışa göre 1974’te Kıbrıs’ta yaşanan olaylar “dış güçlerin” işiydi. Hem 15 Temmuz darbesini, hem de Türkiye’nin askeri müdahalesini Amerikalılar, CIA, Kissinger, İngilizler düzenlemişti. Bir elmanın iki yarısıydı. Amaç, Kıbrıs’ı “NATO üssü” yapmaktı. Kıbrıs Rum solu için bu analiz hiç tartışma götürmez bir “gerçektir”. Kıbrıs Türk solunu da etkilemiştir. Kıbrıs Rum sağı arasında da yaygındır. Tabii “dış güçlere” büyük roller biçme, bu temelde komplo teorileri üretme sadece Kıbrıslı Rumlara özgü bir şey değil. Kıbrıslı Türkler arasında da yaygındır. Bilimsel araştırmalar bu teorileri doğrulamıyor. Cyprus Mail’de okuduğuma göre Makarios Drousiotis, son kitabında, 1974’ün Amerikan komplosu olduğu, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıslı Rumların büyük dostu olduğu inançlarını sorguluyormuş. “Dine aykırı” şeyler yazmış. Kitabı okumak lazım. Okunması gereken başka kitaplar da var. Maalesef sığ analizlerin, komplo teorilerinin kendi yaşamı vardır. Bilimsel bulgular onları pek etkilemez. İnsanlar bu düşünce tarzından vazgeçmez. Buna göre, tüm trajedilerin sorumlusu “dış güçlerdir”. İç sorumlular emperyalizmle işbirliği yaparlardır ama onlar sadece maşadır. Kıbrıslı Rumlar arasında yaygın olan görüşe göre Kıbrıs sorununu İngilizler yarattı. 1963’te anayasa değişiklikleri konusunda Makarios’u İngilizler kandırdı. 1974’te yaşananlar da Amerikalıların, İngilizlerin (ve onların hizmetinde olanların) işiydi. Ekonomik kriz ve sonuçları da “dış güçlerin” komplosudur. Bu kez Almanlar suçlu. Halkın büyük çoğunluğu  bunlara inanıyor. Yöneticiler, siyasi partiler bu inancın devamı için elinden geleni yapıyor. İçteki sorumlulukları tartışmak işlerine gelmiyor.

Uluslararası ilişkilerle uğraşan biri olarak en büyük hayal kırıklığım dış politika tartışmalarında ve genelde siyasi analizlerde komplo teorilerinin, sığ analizlerin insanların kafasında ne kadar güçlü olduğunu görmektir. İki, üç şablonla en karmaşık sorunlar bile izah ediliyor ve doğruluğundan hiç şüphe duyulmuyor. Kullanılan terminolojinin sol veya sağ olması işin öznü değiştirmez. Özellikle Kıbrıs sorunu ve dış politika konularında hiç sorgulanmadan tekrarlanan şablonlar insanı çıldırtır. İyi eğitim almış insanlarda bile bu fenomen yaygın. Bunu aşmak mümkün mü? Bilemiyorum. İyimser değilim.

Sorunlarımızı “dış güçler” yarattı. İşin ilginç yanı çözümü de onlardan bekliyoruz. Mantık şu: “Sorunu yaratan onlar olduğuna göre isterlerse iki dakikada çözerler. Çözmüyorlarsa, çözmek istemiyorlar demektir”. Bu yuvarlak mantığı alt etmek mümkün değildir. 50 yıldır hayat ve bilimsel araştırmalar bu düşünce sistemini yalanlasa da değişim olmuyor. Kolaycı bir düşünce sistemi. Ayrıca tüm sorumluluğu başkalarına atıyor. Daha uzun yıllar yabancıları suçlayarak ve aynı yabancıların yolunu gözleyerek yaşayıp gideceğiz. Veya okumaya, düşünmeye, sorgulamaya başlayacağız. Tabii bu zor iş. Temmuz ayı yaklaşırken bu konulara bir dokunayım dedim.

Exit mobile version