Yazının başlığı Portekiz’in Avrupa eski Bakanı (2013-2015) Bruno Maçães’in bugünlerde yayımlanan yeni kitabından alınmıştır. “The Dawn of Eurasia: On the Trail of the New World Order” başlıklı kitap dünyadaki genel eğilimleri, nereye doğru gittiğimizi, global güçler dengesindeki değişimleri, bölgelerin değişen rollerini analiz ediyor. Dünyanın genel gidişatını, genel eğilimleri incelemek ilginçtir, çekicidir. Bu konuda yapılacak doğru tespitler daha sağlıklı bölge ve ülke analizleri yapmaya yardımcı olur. Elbette dünyanın nereye gittiğini anlamaya çalışmak büyük genellemeleri, soyutlamaları gerektirir. Bu da her zaman riskler taşır. Genel, ister istemez daha fakirdir, nüansları içermesi zordur. Kısacası jeo-politik analizler yapmak ve doğruya yakın sonuçlara ulaşmak kolay değil. Ama bu tür analizler gereklidir. Hem geneli, hem de özeli incelememiz, karşılıklı etkileşimlerini anlamamız gerek. Bruno Maçães, sadece masa başında oturarak, kütüphanelerde araştırma yaparak kitabını yazmamış. Azerbaycan’dan Çin’e kadar uzanan geniş bir coğrafyayı gezerek anılarını, izlenimlerini de kitaba yansıtmış. Bu şekilde genelden somuta inmeye çalışmış. Kitap bu yönüyle de ilginç.
Kitabın temel tezi Soğuk Savaş sonrasında bölünmüşlüğü sona eren Avrasya’nın yükselişinin yeni dünya düzeninin en önemli yönü olacağıdır. Maçães’e göre 21. yüzyıl Amerikan veya Asya yüzyılı olmayacak, Avrasya yüzyılı olacak. Kuşkusuz Avrasya kavramı yeni değil. Avrupa ve Asya’yı birlikte, büyük bir kara parçası olarak düşünmek jeo-politik düşüncenin babalarından Halford Mackinder’e kadar uzanır. Rusya ve Türkiye’de Avrasyacılık diye bilinen akımın uzunca bir geçmişi var. Tabii Maçães’in sözünü ettiği Avrasya ile Rusya ve Türkiye’deki Avrasyacılığı bir birine karıştırmamak lazım. Avrupa ve Asya’dan oluşan büyük kara parçasını bir zamanlar İpek Yolu birleştiriyordu. Şimdi İpek Yolu’nu yeniden oluşturma çalışmaları devam ediyor. Bölge çeşitli ağlarla birbirine bağlanıyor. Çin’in Kuşak ve Yol Projesi’ni hatırlayalım. “Avrasya çağına giriyoruz” değerlendirmeleri daha önce de yapılmıştı. Bunu ilk yazan Maçães değil ama kitabında konuyu genişlemesine inceleyerek bir boşluğu dolduruyor. Tartışmalara katkıda bulunuyor. Bu nedenle kitabı okuyup aktarılan analizler üzerinde kafa yormak gerek. Umarız kitap Türkçe’ye de çevrilir.
The Financial Times gazetesinde Maçães’in kitabını değerlendiren Gideon Rachman Soğuk Savaş döneminde Şanghay’dan Lizbon’a seyahat etmenin mümkün olmadığını hatırlatıyor. Duvarların yıkılması ve Çin’in dünyaya açılması ile şimdi bu mümkün. Çin, ekonomik ve askeri açıdan hızla yükseliyor. Rusya, Çin gibi bir ekonomik başarıya sahip olmasa da büyük güç olarak dünya arenasına dönmüş durumda. Maçães, Çin ve Rusya’ya Avrupa’yı da ekliyor ve Avrasya kara parçası üzerinde bu üç güç arasındaki ilişkilerin belirleyici olacağını savunuyor. Böylece bir bakıma tarihin uzun dönemlerinde var olan duruma geri dönmüş olacağız. Tarih boyunca medeniyetlerin çoğu bu kara parçası üzerinde var olmuştu. Gücün Avrasya’dan ABD’ye kayması 20. yüzyılda meydana geldi. Maçães’e göre şimdi yavaş yavaş eski duruma dönüyoruz. Bir Avrupalı olarak Maçães’in yeni dönemde Çin ve Rusya ile birlikte Avrupa’nın da önemli bir rol oynayacağını düşünmesi doğaldır. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise Avrupa projesinin gidişatına bağlı olacak. Sorunlarını aşıp entegrasyon sürecini derinleştirebilir ve hem Çin, hem de Rusya ile ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtabilirse Avrupa gerçekten önemini artırabilir. Maçães’in kitabı bir bakıma Avrupalılara bu yönde öğütler içermektedir. Çin ve Rusya yeni dünya düzeninde Avrasya’nın önemini zaten vurgulayıp duruyorlar. ABD değişimin farkında. Bu nedenle Obama yönetimi önceliğini Asya ve Pasifik’e kaydırdığını açıklamıştı. Maçães Avrupalıların da bunu anlamasını istiyor. Avrasya’daki işbirliği ve rekabetin belirleyici olacağını düşünüyor.
Gideon Rachman, ABD’nin daha uzun süre gücünü koruyacağını ve hegemonyasından kolay kolay vazgeçmeyeceğini hatırlatarak Maçães’in tezine düzeltme yapıyor. Nitekim ABD Savunma Bakanı Mattis, Johns Hopkins Üniversitesi’ne bağlı SAIS’te yaptığı konuşmada ülkesinin savunma stratejisinin artık terörizmle mücadeleye değil Çin ve Rusya ile rekabete dayanacağını ilan etti. Belli ki yeni dünya düzeninde Çin’in yeri önemli olacak. Çin sadece Rusya ve Avrupa ile ilişkilerini ve çelişkilerini yönetmek durumunda kalmayacak, ABD ile ve Asya-Pasifik bölgesinde ABD’nin müttefiki olan güçlerle de rekabet edecek. ABD, Asya Pasifik bölgesine büyük önem veriyor. Çin’den korkan tüm bölge ülkeleri ile ittifaklarını güçlendiriyor. Çin hem Avrasya, hem de ABD ve müttefikleri ile uğraşacak. İlginç bir döneme giriyoruz.