Site icon Londra Gazete

Dünyayı sarsan 10 yıl

Ünlü Amerikalı gazeteci John Reed tam 100 yıl önce Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’ne tanık olmuş ve bu konuda yazdığı kitaba “Dünyayı sarsan 10 gün” ismini vermişti. 2007’de başlayıp günümüze kadar etkileri devam eden mali kriz (Büyük Resesyon) dönemi için “Dünyayı sarsan 10 yıl” diyebiliriz. Bu hiç abartma olmaz. Gerçekten de 2007’de ABD’de başlayıp 2008’de şiddetlenen, Avrupa’ya ve dünyaya yayılan kriz önemli ekonomik, siyasi ve sosyal sonuçlar doğurdu ve doğuruyor. Kriz ABD’de, özellikle Avrupa’da ve bazı başka ülkelerde önemli gelişmelere neden oldu. Krizin ne zaman ve nasıl tamamen geride kalacağını henüz bilmiyoruz. 1929 Ekonomik Buhranı’ndan bu yana en büyük ekonomik kriz olan 2007-2008 krizinin 10. yıldönümünde bu konunun üzerinde durmakta yarar var. 1929 krizi İkinci Dünya Savaşı’na giden gelişmeleri tetiklemiş, insanlığa faturası çok ağır olmuştu. Tarihten aldığımız derslerle 10 yıllık mali krizin doğurduğu sonuçları iyi incelememiz gerekir.

Hatırlayalım krizin ilk açık belirtileri 2007 yılının sonbaharında görülür. Önce BNP Paribas sonra İngiltere’de Northern Rock Bankası tehlike sinyalleri vermeye başlar. 2008’de bir çok mali kuruluş arka arkaya zora girer. Yatırım bankası Bear Stearns bunlardan biriydi. Fannie Mae and Freddie Mac, ABD hükümeti tarafından kurtarılır. Eylül 2008’de “hiç batmaz” denen Lehman Brothers’ın iflası ile kriz doruğa ulaşır ve tüm dünyada panik oluşur. Eylül’ün sonuna doğru başka Amerikan bankaları çöker. Ülkede yüzbinlerce insan işsiz kalır. Ekim’de İngiltere’de Royal Bank of Scotland, Lloyds TSB ve HBOS hükümet tarafından kurtarılır. Kısacası kriz dalga dalga yayılır. 2009 yılında Yunanistan’ın mali durumunun sallantılı olduğu ortaya çıkar. 2010’da bu ülke tarihinin en derin ve uzun süreli ekonomik krizine sürüklenir. Yunanistan hala krizden çıkmış değil. Krizin Yunanistan halkına faturası korkunç. Yunanistan’la kriz Euro bölgesini etkilemeye başlar. Yunanistan’dan sonra İrlanda ve Portekiz büyük miktarda kredi ile kurtarılır. İspanya kriz ve işsizlikle boğuşur. 2012-13’te Kıbrıs Rum ekonomisi iflasın eşiğine gelir ve kurtarılır. 2012’de Avrupa’da işsiz sayısı rekor düzeye yükselir. Kriz neo-liberal ekonomik reçetelerin ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyar.

Aradan geçen 10 yıl içinde hem ABD, hem de Avrupa’da krizin zor dönemleri geride kaldı. Ekonomide daha iyiye gitme beklentileri ve gayretleri var. Ancak global ekonominin 2007-2008 krizinin etkilerini tamamen geride bıraktığını söyleyemeyiz. Marat Yuldashev’in  “From Technological Revolution to Armageddon and Back: Unbreakable Vicious Circle” başlıklı makalesinde aktardığı gibi Bank of International Settlements (BIS) 2016 yıllık raporunda pembe bir tablo çizmiyor. Raporda “üçlü riskten” söz ediliyor. Bunlar üretkenlikteki artışın düşük olması, global borç düzeylerinin yüksek olması ve manevra alanının çok dar olması şeklinde özetleniyor. Sağlıklı sürdürülebilir ekonomik büyüme yok, üretkenlikte önemli artış yok. Beşeri ve fiziki sermaye bir arada üretim denklemine girdiğinde oluşan üretkenlik düzeyine “toplam faktör üretkenliği” (total factor productivity) denir.Toplam faktör üretkenliği artışı ekonomik büyümenin en önemli göstergeleri arasında. Yuldashev’in aktardığı gibi gelişmiş ekonomilerde toplam faktör üretkenliği artışı 1960’larda yılda yüzde 2 iken mali kriz sonrasında sıfır civarlarında.

Kriz ABD’de önce Barack Obama’yı iktidara getirdi. Böylece Bush dönemi politikaları sona erdi. 8 yıllık Obama yönetimi sırasında ABD kendini toparladı. Ne var ki krizin derinden etkilediği kitleler arasında popülizm yaygınlaştı ve Obama’dan sonra Donald Trump iktidara geldi. Trump’ın ülkesine ve dünyaya yararlı olmayacağı ortada. Popülizm Avrupa’da da yükseldi. Kriz öncesi kendine çok güvenen AB’nin yerinde yeller esiyor. Krizin neden olduğu tahribatı Avrupa’nın geride bırakması kolay olmayacak. Avrupalılar şimdi kriz sonrası dönem için kendilerine bir vizyon oluşturmaya çalışıyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Macron “daha esnek bir blok” öneriyor. İsteyen ülkeler daha sıkı entegrasyona gidecek, istemeyenler ise buna katılmayacak. Yani iki vitesli Avrupa. Bakalım sonuçta AB hangi yöne gidecek? Mali kriz olmasa kuşkusuz karşımızda farklı bir tablo olacaktı.

Kriz gelişmiş ülkelerde eşitsizliği daha da artırdı. Toplumun yüzde 1’i muazzam zenginliklere sahipken geriye kalanlar zorda. Popülizmi güçlendiren de bu. Toplumlar bu kadar büyük eşitsizliği kaldırabilir mi? Bir düzeltme yapılması gerekmiyor mu? 1929 buhranını bitiren İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyal demokratların da katkısı ile “sosyal devlet” oluşturulmuştu. Bunlar Batı’nın altın yıllarıydı. Şimdi “sosyal devlete” dönüş olabilir mi? Bir geçiş dönemindeyiz. Sarsıntılar bitmedi. Tehlikeli eğilimler var. Henüz nereye varacağımızı bilmiyoruz.

 

 

 

 

 

 

Exit mobile version