Site icon Londra Gazete

Batı niçin zengin oldu?

Ünlü iktisatçı Paul Samuelson 1976 yılında “Fakir ülkelerin niçin fakir, zengin ülkelerin niçin zengin olduğunun nedenleri konusuna yeni ışık tutulamadı” diye yazmıştı. Dünyanın belirli bölgelerinin sadece ekonomik açıdan değil, diğer açılardan da niçin gelişmiş olduğu, bazı bölgelerin niçin fakir ve geri kalmış olduğu tartışmaları yeni değil. İnsanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde dünyanın farklı bölgeleri en gelişmiş bölgelerdi. Batı’nın dünyanın en gelişmiş ve zengin bölgesi haline gelmesi görece yeni bir olgudur. Aşağı yukarı 500 yıllık bir tarihi var. Batı’nın neden her alanda ileri giderek zenginleştiği, güçlendiği, daha önce en az onun kadar, hatta ondan fazla gelişmiş ülke ve bölgelerin neden geride kaldığı iktisatçıların, sosyal bilimcilerin üzerinde çalıştığı konulardan biridir. Bu soruya verilen yanıtlar farklıdır. Bu konuda oldukça geniş bir literatür var. Bu yazıda Jared Rubin’in kaleme aldığı ve bu yıl Cambridge Üniversitesi yayınlarında çıkan “Rulers, Religion and Riches: Why the West Got Rich and the Middle East Did Not” (Yöneticiler, Din ve Zenginlik: Niçin Batı Zengin Oldu ve Ortadoğu Olamadı) başlıklı kitaba kısaca bakacağız. Bu kitabın aynı konuyu ele alan diğer kitaplardan farkı Batı ile Ortadoğu’yu karşılaştırmasıdır. Örneğin David Landes “The Wealth and Poverty of Nations” (Ulusların Zenginliği ve Fakirliği) kitabında konuyu daha genel çerçevede ele alır. Ortadoğu ile Batı karşılaştırmasını Batı’nın hızla arayı açmakta olduğunu farkeden Ortadoğulular da yapmıştı. Soruya verdikleri cevaba göre çareler aramışlardı. Osmanlının bulduğu çare Tanzimat’tı. Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa da benzeri reformlarla Batı’yı yetişme çabası içine girmişti.

İslam dininin Ortadoğu’da yayılıp hakim olmasından sonra yüzyıllar boyunca bu bölge her alanda Avrupa’nın çok çok ilerisindeydi. Daha sonra neden Ortadoğu ekonomileri ve toplumları geride kaldı? Neden Avrupa öne geçti ve sonuçta Ortadoğu’yu tahakkümü altına aldı? Neden Ortadoğu hala derin sosyo-ekonomik sorunlarla boğuşuyor? İslam dininin bu konudaki rolü nedir? Jared Rubin, sorunun İslam dininin kendisinde olmadığını yazar. Sorun dinin kendisinde olsa 1000 yıl önce İslam dünyası Avrupa’nın çok çok ilerisinde olamazdı. Rubin, dinin kendisine değil, dinle iktidar arasındaki ilişkiye önem verir. Yönetenler toplumu iki araçla yönetir. Şiddet ve meşruiyet. Her devlet ve yöneticisi şiddet araçlarına sahiptir ve gerekli gördüğünde bunları kullanır. Ne var ki iktidar sadece şiddetle sürdürülemez. Bu çok zordur. Yönetilenlerin yönetenleri meşru kabul etmesi işi kolaylaştırır. Meşruiyet ne kadar artarsa şiddet ihtiyacı o kadar azalır. Yöneticilerin meşruiyet elde etmesinde fikirler ve bu fikirleri üretenler, yani dönemin bilgili insanları, elitleri önemli rol oynar. Din adamları yöneticilerin meşruiyet kazanmasında böylesi rol oynamıştır. Yüzyıllar boyunca krallar, sultanlar kendilerini Tanrı’nın dünyadaki temsilcisi olarak takdim eder bundan meşruiyet kazanırlardı. Bu inancın güçlü olmasında din adamlarının, ilahiyatçıların önemli rolü vardı. Tabii askeri elitler de meşruiyet kaynağıydı.

Avrupa’da Reformasyon’la meydana gelen değişiklik en azından Protestan bölgelerinde kilisenin gücünün azalması ve zenginleşen orta sınıfların, burjuvazinin önem kazanması ile sonuçlanmıştı. Avrupa’da yöneticiler papazlar ve askerlerle birlikte para sağlayan burjuvazinin de pazarlık masasına oturmasına izin verdiler veya vermek zorunda kaldılar. Burjuvazinin parlamentolar aracılığıyla pazarlık masasında söz sahibi olması ekonomide ve diğer alanlarda daha rasyonel kararların alınmasına yol açtı. Dolayısıyla Avrupa’da din ve devletin bir birinden ayrılması, seküler bir sistem kurulması, burjuvazinin çıkarları doğrultusunda hukukun güçlenmesi, keyfiliğin sınırlandırılması ilerleme yolunu açtı. Tabii dinin politika dışına çıkarılması bir gecede olmadı, uzun zaman aldı. Ortadoğu’da yönetenler meşruiyetlerini ulemadan ve askerlerden almaya devam ettiler. Burjuvazi masaya oturamadı.

Rubin, bu bağlamda somut bazı konuları da hatırlatır. Örneğin matbaanın rolü. Matbaa Avrupa’da reformcu fikirlerin, bilginin yayılmasında önemli rol oynadı. Gutenberg’ten 300 yıl sonra Ortadoğu’da hala matbaa yoktu (Hristiyan azınlıklar hariç) çünkü ulema matbaayı kendi gücüne tehdit olarak görüyordu. Bu kaçırılan büyük bir fırsattı. Jared Rubin hem Hristiyanlıkta, hem de İslam dininde yasak olan faizin Avrupa’da kilisenin gücünün azalması ile nasıl devreye girdiğini, bunun sonucunda bankacılığın, finans dünyasının nasıl geliştiğini, Ortadoğu’da ise buna benzer bir gelişme yaşanmadığını, bankacılığın çok geç geliştiğini, Avrupa’dan kredi alındığını hatırlatır. Dolayısıyla Protestan Avrupa hızlı ekonomik kalkınma yoluna girerken Osmanlı ve Katolik İspanya yerinde sayıyordu.

Kısa bir makalede 265 sayfalık önemli bir kitabın hakkını vermek mümkün değil. Meraklılarına mutlaka kitabı okumalarını öneririm. Kitap bu alandaki tartışmalara bir katkı.

 

Exit mobile version