Site icon Londra Gazete

Orhan Veli 100 yaşında

Orhan Veli en sevdiğim şairlerden biridir. Ne yazık ki sadece 36 yıl yaşadı. Kısa yaşamına zengin bir şiir mirası doldurdu. Doğumunun 100. yıldönümünde büyük şairi unutmak mümkün mü?

Orhan Veli, 14 Nisan 1914’te İstanbul’da doğdu ve 1925’e kadar orada yaşadı. İlkokul dörtten beşe geçtiğinde ailesi Ankara’ya taşındı. Lise yıllarında edebiyata ilgi duymaya başladı, Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile tanıştı. Beraber ‘Sesimiz’ dergisini çıkardılar. 1932’de Ankara Erkek Lisesi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi ama öğrenimini tamamlamadı. 1936’da yeniden Ankara’ya döndü. 1 Ocak 1949’da “Yaprak” dergisini yayınlamaya başladı. 15 günde bir yayımlanan derginin masraflarını Mahmut Dikerdem’in karşıladığını okudum. Cahit Sıtkı Tarancı , Sait Faik Abasıyanık , Fazıl Hüsnü Dağlarca , Cahit Külebi gibi yazar ve şairlerin yazdığı Yaprak dergisi Haziran 1950’ye kadar 28 sayı yayımlandı. Orhan Veli, dergiyi devam ettiremeyeceğini anlayınca İstanbul’a döndü. 1950 yılının kasım ayında bir haftalığına geldiği Ankara’da gece yolda kazılmış bir çukura düşerek yaralandı. 14 Kasım 1950’de vefat etti.

Genç yaşta kaybettiğimiz ve Türk şiirine büyük katkısı olan Orhan Veli, doğumunun 100. yılında büyük bir sergiyle anılıyor. Yapı Kredi Kültür Merkezi tarafından düzenlenen sergi, Orhan Veli arşivindeki ve koleksiyonerlerdeki fotoğraflar, mektuplar, şiirler, kitaplar, gazete ve dergi kupürleri, resimler, heykeller ve çizimlerden oluşuyor.  Büyük şairin kısacık yaşamı kronolojik bölümler halinde ortaya konuyor. “Sakın Şaşırma: Orhan Veli 100 Yaşında” sergisi 3 Nisan akşamı açıldı. 3 Mayıs’a kadar açık olacak. Yolunuz İstanbul’a düşerse bu sergiye mutlaka gidin derim.

Nilüfer Kuyaş, T24 sitesinde “Orhan Veli: O kadar acı çekti ve sevdi ki şiiri dönüştürdü” başlıklı yazısında, “Orhan Veli kısacık ömründe çok sevdi, o kadar acı çekti ve o kadar sevdi ki, o sayede şiiri dönüştürdü…” tespitini yapıyor. Yazının bir bölümünü çok beğendim. Aktarmak istiyorum:

“Sonuçta, hepimizin bir Orhan Veli’si vardır, öyle değil mi? Pencereden bakmayı seçenimiz, geçen kuşlara bakanımız vardır, dört duvar yerine; edalı’sına mahzunlanan, İstanbul’un orta yeri sinema diyenimiz vardır; sere serpe yatan bir kadına bıçkınlananımız vardır; kendisiyle konuşanımız, yalnızlıktan aynalara koşanımız vardır. Gün olur, alır başımı giderim, diyenimiz de.

İçine gene yolculuk düşenimiz, alnında bıçak yarası olanımız;  mektepten kaçanımız, beni bu güzel havalar mahvetti diyenimiz;  cebi delik olanımız, bedava yaşayanımız, bazı sabahlar tüyden hafif olanımız vardır. Deli eder insanı bu dünya, diyerek coşkulara kapılanımız da vardır elbet. Saymakla bitmez.

Onun şiirlerinde daima böyle hikayeler var, hepimizin bir çırpıda tanıdığımız, kalbimize değen,  kendimizi özdeşleştireceğimiz, kendi yaşanmışlığımıza denk düşen, içimizde bir teli çok derin titreten hikayeler.” Eline, kalemine sağlık Nilüfer Kuyaş.

Yazıyı şairin “İstanbul için” şiiri ile noktalayalım:

Nisan

İmkansız şey

Şiir yazmak,

Aşıksan eğer;

Ve yazmamak,

Aylardan nisansa.

 

Arzular ve Hâtıralar

 

Arzular başka şey,

Hâtıralar başka.

Güneşi görmeyen şehirde,

Söyle, nasıl yaşanır?

 

Böcekler

 

Düşünme,

Arzu et sade!

Bak, böcekler de öyle yapıyor.

 

Dâvet

 

Bekliyorum

Öyle bir havada gel ki,

Vazgeçmek mümkün olmasın.

Exit mobile version