Tiranlık kelimesi Cambridge sözlüğünde bir liderin veya hükümetin elinde çok fazla güç toplaması ve bu gücü adil olmayan, baskıcı, zorbaca bir şekilde kullanması olarak tanımlanır. Türkçe’ye zulüm, zorbalık, acımasızlık şeklinde çevrilebilir. “Tyrannos” yani tiran Eflatun ve Aristo tarafından kendi halkını yasalara dayanmadan, acımasız yöntemlerle yöneten, kendi ihtiraslarına kurban eden kişi olarak tanımlanmıştı. Siyasi literatürde “azınlığın tiranlığı” ve “çoğunluğun tiranlığı” yer alır. İkisi de kötüdür. Eski Yunan tarihinde tiranlar vardır. Bu olgu alt sınıfların yöneten sınıfa, aristokrasiye tepkileri, hoşnutsuzluğu sonucu ortaya çıkıyordu. Popülizme dayanıyordu. Roma İmparatorluğu’nda da tiranlar vardı. Tiranlık ve özgürlük birbirinin karşıtıdır. Tiranlık, yönetenlerin enformasyonu, bilgiyi kendi kontrolleri altına almaları, yargıyı denetim altına almaları, çoğulculuğu ortadan kaldırmaları, “checks and balances” olarak bilinen düzenlemeleri ortadan kaldırmaları, halkın hükümete bağımlılığını artırmaları gibi özelliklere sahiptir. Jean-Jacques Rousseau, hükümetlerin tiranlığa dönüşebileceği uyarısında bulunmuştu.
Yale Üniversitesi öğretim görevlisi Timothy Snyder “Tyranny: Twenty Lessons From the Twentieth Century” (Tiranlık: Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders) başlıklı kitabında konunun günümüz açısından önemini ve tarihten çıkarmamız gereken dersleri inceler. Prof. Snyder, kitabının başında Leszek Kolakowski’nin “Siyasette kandırılmak mazeret olamaz” (In politics, being deceived is no excuse) sözüne yer verir. Bir kitaplık bir söz. Snyder, tarihin tekerrürden ibaret olmadığını, tarihten dersler çıkarabileceğimizi hatırlatır. Bu çerçevede Amerikan anayasasını hazırlayanların (founding fathers) demokratik cumhuriyetin tiranlığa dönüşmesi tehlikesini görerek tarihin deneyimlerini incelediklerini, Aristo’nun eşitsizliğin istikrarsızlık getirdiği, Eflatun’un demagogların özgürlükleri kullanarak tiranlık kurabilecekleri uyarılarını göz önünde bulundurduklarını, tek bir kişinin veya grubun tüm gücü eline geçirmesi tehlikesinin önüne nasıl geçilebileceğini tartıştıklarını yazar. Bu çerçevede anayasaya “checks and balances” konmuştu.
Günümüzde popülizmin yükselişi ve tiranlık tehlikesi karşısında yakın tarihe bakmalıyız. 20. yüzyılda farklı isimler altında kurulan tiranlıklardan öğrenebileceğimiz çok şey var. Timothy Snyder, demokratik sistemin otomatik olarak kendini korumadığını, mücadelelerle korunması gerektiğini hatırlatır. 20. yüzyılın deneyimlerinden hareketle ortaya konan derslere kısaca bakalım. Öncelikle otoriter sistemlerin genellikle halkın desteği ile oluştukları, bunun “peşinen itaat” olarak gerçekleştiği belirtiliyor. Kitleler peşinen otoriterlere itaat ederek kendi kuyularını kazarlar. Peşinen itaat, siyasette trajediler doğurur. Otoriterleri teşvik eder, cesaretlendirir. Snyder, kurumların korunmasının önemini de vurgular. Kurumların bizim desteğimize ihtiyacı var. Kurumlar kendi kendilerini koruyamazlar. Bağımsız mahkemeleri, özgür basını, sendikaları vs. korumak için mücadele vermezsek otoriterler bunları çökertirler. Kurumlar etkisiz hale getirilince iş işten geçmiş oluyor. Tek parti yönetimine karşı uyanık olmalıyız. Çok partili sistem ve demokratik seçimler demokrasinin korunması açısından olmazsa olmazdır. Siyaset dışında kalmak, nemelazımcılık tek parti yönetimine gidişi kolaylaştırır. Demokrasi, onu korumak için her zaman uyanık olmayı gerektirir. Bugün karşımıza çıkan tehlikeli eğilimleri, söylemleri, sembolleri görmezlikten gelirsek yarın çok geç olabilir. Nefret, kin söylemleri, sembolleri karşısında sessiz kalmamalıyız. Eylemlerimiz, pratiğimiz önemlidir. Hareketsiz kalmak yenilgiyi kabul etmek olur.
Snyder profesyonel ahlakın önemini de hatırlatıyor. Bir yargıç kendi meslek ahlakına uymalıdır. Yöneticilerin istekleri doğrultusunda karar verdiği zaman mesleki ahlakı çiğnemiş olur. Otoriterler kendilerine koşulsuz itaat eden görevliler isterler. “Ben emir kuluyum, verilen emri uygularım” deyip yaptığınızın doğru olup olmadığını, meslek ahlakına uygun olup olmadığını düşünmezseniz otoriterlerin istediği kul olursunuz. Unutmayalım insanları gaz odalarına tıkayıp öldürenler “Biz emirleri yerine getiriyorduk” diyorlardı. Prof. Snyder para-militer oluşumlara karşı da uyanık olmak gerektiğini yazıyor. 20. yüzyılda örneklerini gördüğümüz lider yanlısı para-militer gruplar, polis, askerler karışımı hep felaketle sonuçlanmıştır.
Demokrasiyi, özgürlükleri korumak için zorlu mücadeleler gerekir. Kitapta, ABD’de otobüste beyaz bir kişiye yerini verme emrini redderek medeni haklar, eşitlik mücadelesinin meşalesi haline gelen Rosa Parks örneği veriliyor. Gerçeğe sarılmak da önemli. Otoriter yönetimlerde, tiranlıkta gerçek önemini yitirir. Yönetenlerin “gerçeği” ön plana çıkar. Günümüzde “gerçek sonrasından” (post-truth) sözediliyor. Snyder bunun faşizm öncesi olabileceği uyarısı yapıyor. Araştırmak, okumak, öğrenmek, her söylenene kolayca inanmamak ve cesaretli olmak da önemli. Korkaklardan, nemelazımcılardan oluşan, her şeye boyun eğen, sesini çıkarmayan toplumları tiranlar, otoriterler yönetir.