İngiltere’de iktidardaki Muhafazakar Parti’nin genel başkanlığı için Perşembe günü partinin meclis grubunda yapılan ilk oylamada, eski Dışişleri Bakanı Boris Johnson 114 oyla ve açık farkla ilk sırada yer aldı. Oylamalar Salı günü sürecek. Milletvekilleri adayların sayısını ikiye indirecek. Partinin yeni liderini ve İngiltere’nin yeni başbakanını Muhafazakar Parti’nin üyeleri seçecek.
İlk tur oylamada Boris Johnson’ın ardından Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt 43 oyla ikinci, Çevre Bakanı Michael Gove da 37 oyla üçüncü sırada yer aldı.
İngiltere’de devlet bürokrasisinin başı konumundaki Hükümet Müsteşarı Sir Mark Sidwell’in adaylardan yalnızca Johnson ve Hunt ile görüştüğüne ilişkin haberler, “pratik hükümetin” seçeneğinin ne yönde olduğunu gösteriyordu.
Ancak muhafazakar eğilimli Daily Telegraph gazetesinin bir yorumunda işaret edildiği gibi, Muhafazakar Parti’de genel başkanlık seçimleri her zaman sürprizlerle doludur. En favori adayın kazanması da çok sık rastlanan bir durum değil.
Yine muhafazakar eğilimli The Times gazetesinin yorum karikatürü de adayları birbirini vuran “Yedi Silahşörlar” olarak betimliyor, alt yazı da “Bizi nereye götürdüklerini-Allah bilir-bunlar da bilmiyor” diyordu.
Muhafazakarların krizi
Muhafazakar Parti’nin son yıllardaki performansına bakarak bir krizden söz etmek olanaklı. Muhafazakarlar 3 yıl önce İngilere’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği için referandum yaptılar. Ancak referandumdan, ülkenin AB’den ayrılması (Brexit) sonucu çıkınca, “ülkenin birlikte kalması” için kampanya yapan Başbakan ve dönemin Muhafazakar Parti lideri David Cameron istifa etti. Yerine lider ve Başbakan olan Theresa May (o da İngiltere’nin AB’de kalmasından yanaydı), AB’den çıkma sürecini başlattı. May 2017’de “Güçlü ve dengeli” sloganıyla erken seçime gitti ama partisi Avam Kamarası’nda çoğunluğunu kaybetti.
May, AB ile yaptığı anlaşmayı bir türlü Parlamento’dan geçiremedi. Brexit Partisi lideri Nigel Farage’a oy kaybetme, ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn’in iktidara gelme olasılıkları arasında sıkıştı. Biri yerel seçimlerde diğeri de Avrupa Parlamentosu seçimlerinde olmak üzere iki hezimet yaşadı ve istifasını açıklamak zorunda kaldı.
Bugün medyada, mensubu olduğu Muhafazakar Parti’nin önde gelenleri arasında bile sık sık “güvenilmez”, “niteliksiz” “yalancı” sıfatlarıyla anılan Boris Johnson’un genel başkan adayları arasında liste başına oturması da Muhafazakarların bir kriz içinde olduğunu gösteriyor.
Queen Mary Üniversitesi’nden, İngiltere tarihi uzmanı Robert Saunders’in New Statesman dergisindeki “Muhafazakâr aklın kapanması” başlıklı yazısında vurguladığı gibi, Muhafazakarların krizinin kökleri derin, aşılma olasılığı da zayıf.
Saunders, geçmişte her liderlik seçiminde “Muhafazakar demokrasisi”, “Tek ulus”, “Herkesi mülk sahibi yapan demokrasi” gibi fikirler üreten Muhafazakarların bugün entellektüel olarak tükendiğine işaret ediyor:
“Muhafazakarlar, eski liderlerinden Margaret Thatcher’ı anımsayamıyor. Pragmatizmi terk ettiler, ideolojiye saplandılar. Ne “muhafaza” ediyorlar, ne de ideolojilere artık eskisi gibi kuşkuyla bakıyorlar.”
Her liderlik seçiminde, son aşamada, parti üyelerinin seçimine sunulacak iki adayın başarılı bakanlık deneyimi olanlar arasından çıkması geleneğinin aksine, Johnson’un adının açık farkla önde olması da bu krizin bir ifadesi.
Boris Johnson’un ‘başarıları’
Boris Johnson’ın da geçmişte hükümet dışından Kültür Bakanlığı, Theresa May döneminde Dışişleri Bakanlığı deneyimleri var ama bu dönemlerde bir başarısından söz etmek zor.
Johnson’un, liderlik seçimi başlarken uzun süre sessiz kaldıktan sonra düzenlediği ilk basın toplantısında, aldığı çok sınırlı sayıdaki soruya cevap verirken bu deneyimlerden konuşmaktan kaçınması, 2008-2016 döneminde Londra Belediye Başkanlığı deneyimini vurgulamaya çalışması da bu yüzden.
Basın toplantısında sorulan 6 sorunun hepsi de ona yönelik “istikrarsızdır”, “güvenilmezdir”, “yalancıdır” iddialarıyla ilgiliydi. Johnson bu sorulara net yanıt vermedi. Ancak önümüzdeki günlerde bu sorulardan kaçması kolay olmayacak.
Örneğin Michael Howard 2003’de Muhafazakar Parti lideri seçildikten sonra Boris Johnson’a partinin başkan yardımcılığını ve kültür sözcülüğünü vermişti. Johnson, 2004 yılında Sepectator dergisi yazarı Petronella Wyatt ile ilişkisi üzerine gündeme gelen söylentileri önce yalanlamış, sonra da yalanı ortaya çıkınca istifa etmeye yanaşmamıştı. Howard da onu görevden almıştı.
Johnson’ın Dışişleri Bakanlığı deneyimi övünülecek gibi değil. “Beyaz sömürgecilerin Afrika’ya dönmesi yararlı olur” sözleri, Myanmar (Birmanya) ziyareti sırasında, emperyalist ve ırkçı şiirleriyle de bilinen Rudyard Kipling’den yaptığı alıntı birer mini diplomatik kriz yaratmıştı.
İngiltere vatandaşı Nazanin Zaghari-Ratcliffe’nin İran’da casuslukla suçlanarak tutuklanmasına rolü olup olmadığı da tartışılmıştı Boris Johnson’ın. Zira Ratcliffe İran’da tutuklandığında “Ben turistim ailemi görmeye geldim” demiş, Johnson ise onun için “İngilizce öğretmeye gitmişti” diye konuşmuştu. “Çarşaflı peçeli kadınlar banka soyguncusuna benziyor” da demişti Johnson.
1980’li yıllarda Johnson’ın Times gazetesindeki görevine yalan alıntı yaptığı için son verilmişti. Yayımcı Conrad Black, Boris Johnson’a, muhafazakar eğilimli Spectator dergisinin editörlüğünü, bu görevde olduğu sırada milletvekilliğine aday olmamak koşuluyla önermiş, Johnson bu sözünü de tutmamıştı.
Sol eğilimli The Independent gazetesinin aktardığına göre Black, Johnson için, “Ağza alınamayacak kadar iki yüzlüdür” diyormuş.